Temmuz ayında hatırlanması, anılması, kutlanması gereken günler çok. 1 Temmuz’la başlıyor, ardından 15 Temmuz geliyor, 20 Temmuz Montrö Sözleşmesi’nin ve Kıbrıs müdahalesinin yıldönümü, 24 Temmuz da Lozan’ın. Benim için önemli olan bir başka gün de 30 Temmuz, çünkü bundan 30 yıl önce o gün kızım doğdu.
Kızımın doğum günü de dahil bu günlerden hiç birinin diğeriyle karşılaştırılması, önem sırasına konması mümkün değil. Her biri kendi başına anlamı, kişisel ve siyasi önemi, ağırlığı var. Ancak doğum gününün değilse de diğerlerinden dersler çıkartmak, günümüzün sorunları açısından yorumlamak, üstünde konuşmak, yazmak gerek.
Ki yazılıyor, konuşuluyor da zaten. Ama galiba bu yıl üstünde en az konuşulanı ve tartışılanı Montrö oldu. Oysa en günceli oydu. Ukrayna’daki savaş yüzünden en az iki maddesi uygulamaya konmuş, bu uygulama bazı çevrelerde ve ülkelerde rahatsızlık doğurmuş, 1936 yılında imzalanan sözleşmenin gözden geçirilmesini düşünenler, dillendirenler çıkmıştı.
Üstelik Montrö Sözleşmesi ve onun uygulanmasıyla ortaya çıkan Türk boğazları rejimi Türkiye’nin güvenliğine, coğrafi ağırlığına katkıda bulunmakta, pazarlık gücünü arttırmaktaydı. İmzalanmasından çok kısa bir süre sonra Almanya’nın o zamanki büyükelçisi Keller’in Berlin’e yazdığı gibi dünya siyaseti Montrö yüzünden Türkiye’yi dikkate almak zorundaydı.
II. Dünya Savaşı sonrası yayınlanan Alman dış politika belgelerine yansıyan bu görüş (DGFP, C Series, Vol V, ss. 834-835), neredeyse eş zamanlı olarak İngilizler tarafından da teyit edilmiş, Montrö Sözleşmesi’nin dünya siyaseti üstündeki etkilerinin Türkiye’nin dış politikasına bağlı olacağı söylenmişti (FO 371,/67286A/R9068).
Montrö Sözleşmesi ile sadece Karadeniz’de bulunabilecek gemi sayı, tarz ve ağırlıkları belirlenmemiş ve Boğazlar bölgesinden farklı gemi kategorileri için transit geçişin biçimi tespit edilmemiş, aynı zamanda Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile konan kısıtlamalar kaldırılmış, silahsızlandırılmış bölgeler Türkiye’nin kontrolüne bırakılmıştı.
Başka bir deyişle Türkiye kendi toprakları, kara suları ve iç suları üstünde tam egemenlik hakkına Montrö ile kavuşmuştu. Bu değişim önce Sovyetler Birliği’ni Türkiye’yle yakınlaşmaya, mümkünse Boğazlar bölgesini daha önce konuşulduğu gibi ortak savunmaya teşvik etmiş, çok geçmeden de İngiltere ve Fransa’nın Türkiye’nin çıkarlarına ve beklentilerine saygı göstermesine neden olmuştu.
Hatay sorununun Türkiye’nin istediği şekilde çözümünde dahi Montrö Sözleşmesinin yarattığı stratejik algı rol oynamıştı. Romanya’nın yanında yer almanın ve Balkanlar’da dayanışmayı sağlamanın ancak Türkiye’nin desteğiyle mümkün olacağını gören İngiltere Suriye mandasına haiz Fransa üstünde 1937’den itibaren baskı uygulamıştı.
Kew Milli Arşiv’lerinde bu konuda çok yazışma var. En önemlilerinden biri 17 Nisan 1939 tarihini taşıyor ve İmparatorluk Savunma Strateji Değerlendirme Alt Komitesi’nin Romanya için Türkiye’nin dostluğunun kazanılmasını isteği vurgulanıyor (FO 371/23743/R3989).
Arşivlerdeki bir başka belgede de Paris’teki Britanya Büyükelçisi’nin Fransa Dışişleri Bakanı’na Sancak’taki, yani Hatay’daki durumu sorduğu yazıyor. Aynı belgede ayrıca Ankara’daki Fransa Büyükelçisi Massigle’nin İngiliz muhatabı Knachbull-Hugessen’den kendi hükümeti üstünde Hatay konusunda baskı kurmasını istediği belirtiliyor (FO 371/23277/E2578).
Türkiye’yi savaş sonrasında karşılaştığı Sovyet baskısından ve toprak talebinden de büyük ölçüde Montrö Sözleşmesi’ne atfedilen stratejik önem kurtarıyor. Amerika 6 Mart 1946’da Büyükelçi Ertegün’ün na’şını sevk etmek gerekçesiyle, güvertesinde Japonya’nın teslim alındığı Missouri zıhlısını refakatindeki bir kruvazör, bir de destroyerle İstanbul’a göndermeye karar verdiğini açıklıyor.
5 Nisan’da gemiler Dolmabahçe önlerine demirliyor. Bu ziyaret Türkiye için sonu 1952’de NATO üyeliğine varacak yeni bir dönemin başlamasına, belki biraz demokratikleşmesine, farklı biçimlerde değişmesine yol açıyor. Truman Doktrininden ve Marshall yardımından yararlanıyor. Soğuk Savaş’ın başlamasında ve icrasında Türkiye aktif rol oynuyor.
Montrö daha sonraki yıllarda da Türkiye için önemli işlevler yerine getiriyor. Bakü-Ceyhan hattının inşa sürecinde koz olarak kullanılıyor. Şimdi ise Ukrayna Savaşı nedeniyle hem Rusya ve Ukrayna ile hem de “müttefikleriyle” olan ilişkilerinde imkanlar sağlıyor. Tahıl krizi, diplomasi ve dron tedarikiyle birleşince hakkında çok daha fazla düşünülmesini, konuşulmasını gerektiriyor…