Geçtiğimiz hafta Afganistan’daki Amerikan askerleri en büyük üslerini sessiz, sedasız ve belli ki törensiz bir şekilde terk etti. Hatta o kadar sessizdiler ki üssü devralması gereken Afgan komuta heyetinin dendiğine göre gittiklerinden haberleri bile olmadı. 20 yıllık işgalin ve zulmün timsali Balgam’dan geriye bir miktar teçhizat, biraz enerji içeceği ve bol miktarda boş baraka kaldı.
31 Ağustos’a kadar tüm çekilme işleminin bitirilmesi, geriye sadece ABD diplomatik varlığını korumaya yetecek kadar güç bırakılması planlanıyor. Bu arada Eşref Gani yönetimi ile Taliban’ın anlaşmaya varacağı ve ülkeyi birlikte yönetecekleri varsayılıyor. Fakat bu varsayıma varsayanlar dahi inanmıyor. Avusturalya Kabil’deki büyükelçiliğini kapattı, diğerleri de kapatma aşamasında. Fırsat bulan Afganlar şimdiden komşu ülkelere göç etmeye başladı.
Tacikistan göçün, özellikle de silahlı güçlerin göçünün, ordu ve diğer güvenlik kuvvetlerinin topraklarına sığınmasının yaratacağı sonuçlardan çekindiği için Rusya Federasyonu’ndan yardım istedi. Afganistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Hamdullah Muhib Rusya, Çin ve Hindistan’dan destek talep etti. Sputnik’e göre verebilecekleri her türlü teknik, terör karşıtı desteği memnuniyetle karşılayacaklarını belirtti.
Foreign Policy’e konuşan Afganistan Dışişleri Bakanı Hanif Atmar ise önerilen barış planına ve yapılan müzakerelere rağmen Taliban’ın ilerlemesini sürdürdüğünü, ABD’nin çekiliyorum demesinden bu yana 3 bin 500’den fazla insanın saldırılar nedeniyle hayatını kaybettiğini, 200 binden fazlasının da yerinden edildiğini, göçmek zorunda kaldığını söylüyor. Ülkenin en az üçte birinin Taliban’ın eline geçtiği biliniyor.
Görünen o ki Afganistan bir çöküşün daha eşiğinde. Eğer yetki devri barışçıl şekilde gerçekleşmezse ülke büyük bir kaosa sürüklenecek, mültecilerden kontrolsüz geçişlere kadar tüm bölge, muhtemelen Avrupa’yı da içine alan çok geniş bir coğrafya gelişmelerden ciddi şekilde etkilenecek. Türkiye daha çok Afgan mülteciye ev sahipliği yapmak zorunda kalacak, uyuşturucu ticareti de yeni boyutlar kazanacak.
Uluslararası toplumun, yani aslında BM Güvenlik Konseyi’nin soruna sahip çıkması, tarafları anlaşmaya, geçişin mümkün olduğunca kansız ve demokratik olmasını sağlamaya çalışması gerekiyor. Ama gerçekçi olursak bu da çok mümkün görünmüyor. Ayrıca ne Doha, ne Moskova ne de olursa İstanbul müzakerelerinden sonuç çıkması kolay değil. Taliban’ın önü bu kadar açıkken uzlaşmaya razı olmasını bekleyemeyiz.
Sınır kapılarını bile kontrolü altına almış bir güç, olsa olsa teslimi, teslimin koşullarını konuşur. Zaten yapılan her türlü tahmin de Kabil rejiminin en fazla altı ay dayanabileceğine işaret ediyor. Amerika istediğimizi aldık, gerisi bizim umurumuzda olmaz havasında. Rusya arabuluculuk ötesinde bir teşebbüste bulunmaya niyetli değil. Hiç müdahale etmeyeceğini söyleyemeyiz ama yakın bir zamanda müdahale etmesi beklenmemeli.
Dolayısıyla önümüzde ikisi de Talibanlı iki olası senaryo var. İlkinde yönetimin zorla ele geçirilmesi, daha doğrusu müzakeresiz ve kanlı bir geçiş söz konusu, ikincisinde müzakereyle geçiş ve Afganistan’ın görece istikrarının korunacağı bir sistemin oluşturulması. İlkinde Türkiye’nin bir rol oynaması, kaostan fayda üretmesi çok olası görünmüyor. İkincisinde geçiş döneminde havaalanının kontrolünü elinde tutarak yeni ve belki bu kez işleyen bir düzenin oluşmasına katkıda bulunabilir.
Her iki senaryoda da Türkiye Taliban’a rağmen değil Taliban’ın rızasıyla Kabil Havaalanının güvenliğini ve işletilmesini üstlenebilir. Her ne kadar şu aşamadan destek için Amerika ile görüşülse de Türkiye hukuken de, siyaseten de Afganistan’da yeni yönetimin müsaadesiyle kalabilir. Aksi işgal anlamına gelir. Türkiye bunun askeri, insani ve siyasi sonuçlarına katlanamaz. Bunu da sanıyorum Ankara bilmekte ve görmektedir.
Ankara bilmese ve diyelim ki önemsemese dahi Washington’un bilmemesi, kendisinin 20 yılda başaramadığını Türkiye’nin yapamayacağını düşünmemesi olanaksız. Eğer Amerika Türkiye’ye lojistik ve diğer her türlü desteği verecekse nedeni ancak ve ancak Türkiye’nin Taliban’la olan ilişkilerini bilmesi, Afganistan’daki tarihi saygınlığını ve yakınlığının derinliğini görmesi yüzündendir. Bu konuda yapılan pek çok analizde ihmal edilen rıza unsuru Türkiye’nin Afganistan’daki askeri olan başta olmak üzere her türlü varlığının ön koşuludur.
***
Söz konusu olan 500 kişilik ya da belki biraz daha fazla askeri varlığımızın Hamid Karzai Havaalanı’nı koruyup koruyamayacağı değil Taliban’ın rızası olmadan havaalanını işletemeyeceğidir. Siz istediğiniz kadar alanı ve yakın çevresini koruyun, inen uçakları koruyamadığınız, Taliban yönetimi inmesine müsaade etmediği sürece orada olmanıza gerek kalmaz. Askeri varlığınız fuzuli hale gelir. Bunu da ne biz, ne de bize yardım edecek ülkeler ister.
Bana öyle geliyor ki Afganistan tartışmasını ideolojik saplantılarımızdan kurtularak sürdürmemizde, varsayımlarımızı gözden geçirmemizde yarar var. Afganistan’da kalabilirsek, havaalanını korur ve işletebilirsek, bu hem bizim için hem de Afganistan için iyi olur. Varlığımız Afganistan’ın istikrara kavuşabileceğinin bir göstergesi olarak kabul edilir. Amerika olan ilişkilerimize de şüphesiz katkıda bulunur. Yeter ki tüm parametreleri dikkate alalım, Taliban’la da konuşabilelim. Ki sanıyorum konuşuyoruz…