Suriye sorununun mümkünse çözümü, mümkün değilse istikrara kavuşması, öngörülebilir ve yönetilebilir boyutlara indirgenmesi Türkiye için önemli. Çünkü istikrarsızlığın, belirsizliğin sürmesi daha fazla mülteci, daha fazla güvenlik riski, daha az ticaret ve refah demek. Benzeri Suriye, daha doğrusu Suriyeliler için de geçerli. Savaş ne kadar uzun sürerse kayıpları o kadar fazla olacak. O kadar fazla insan hayatını, sevdiklerini, malını-mülkünü kaybedecek.
Keşke taraflar Cenevre’de ya da Astana’da otursalar da üstünde daha önceden anlaştıkları parametreler temelinde kapsamlı bir çözüm üretseler. Ya da dünya tasavvur etmeye çalıştığımız kadar adil olsa, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve tabii ki diğerleri yapmadıkları bir şeyi yapıp saldırganı tanımlasalar, çıkarlarını değil ilkeleri savunsalar, R2P doktrini temelinde insani müdahale kararı alsalar.
***
Ama ne yazık ki ideallerin, ilkelerin değil gerçeklerin dünyasında yaşıyoruz. Kimsenin çıkarlarını ilkeler için feda etmeye, ülkesini Suriye’de ölen insanlar için tehlikeye atmaya niyeti yok. Niyet olsaydı müdahale çoktan olurdu. Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesi, dünya savaşı riskinin ortaya çıkması beklenmezdi. Suriye sorununa çözüm bulunacaksa içinde yaşanılan şartlar, yani gerçekler göz önünde bulundurularak bulunacak.
Bu gerçeklerin bizi getirdiği yer de Astana ve orada başlayan süreç. Önce ateşkes ilanları, şimdi de çatışmasızlık bölgeleri. Başarılı olur mu bilinmez ama denemesinde, başarıya ulaşması amacıyla çalışılmasında pek çok açıdan yarar var. Her şeyden önce insani kıyımı durduracak, Türkiye’nin görece istikrar beklentisini karşılayacak daha etkin başka bir enstrüman ortada yok. İdlip’de ve diğer bölgelerde rejim isterse pek ala güç kullanabiliyor. Rusya ve İran da rejimi destekliyor.
Çatışmasız bölgelerin ilanı en azından hava gücü kullanılmasını imkansız kılıyor. Üstelik Türkiye’yi de belli gruplar üstündeki ağırlığı, müzakere sürecindeki etkinliği ve çatışmasızlığı gözlemleyecek polis gücüne muhtemel katılımıyla çözümün parçası haline getiriyor. Türkiye kendi içinde yaşadığı tüm sorunlara rağmen diplomasi mecrasında müessir bir güç halinde dönüşüyor. Çıkar ve beklentilerinin görmezden gelinmesi giderek daha da zorlaşıyor.
PYD’nin çatışmasız bölgelerin Suriye’yi böleceğini söylemesi bu tespiti teyit eder nitelikte. Belli ki PYD/PKK Türkiye’nin Suriye sorununun seyrinde daha da etkin hale gelmesinden hiç hoşlanmamış. İronik bir mantıkla aslında kendi yapmaya çalıştığı şeyi ülkenin bölünmesinden hiçbir çıkarı olmayan üç aktöre Türkiye, Rusya, İran’a ve bu üçlü mutabakata kerhen rıza gösteren Esad rejimine atfetmiş.
PYD, dolayısıyla da PKK yönetimi çok iyi biliyor ki, Türkiye’nin Suriye sorununun çözümünde ağırlığının artması kendilerine isnat edilen önemin azalmasına yol açacak. Suriye sorunu çözüm yoluna girerse, taksit-taksit başlayan barış nihai çözümü getirirse, Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kurmaları, bu devletin coğrafi alanını hayal ettikleri gibi Türkiye, Irak ve İran’ı kapsayacak şekilde genişletmeleri mümkün olmayacak.
***
Yine biliyorlar ki IŞİD’e ve diğer terör örgütlerine karşı mücadele Şam’daki yönetimin (büyük bir olasılıkla yönetim koalisyonun) omuzlarında olacak. ABD’nin ağırlığı azalacak, Suriye hava sahasını kullanmasına olan “ihtiyaç” ortadan kalkacak. Rusya tıpkı çatışmasız bölgeler üstünde iki gün önce uygulamaya koyduğuna benzer şekilde ülke sahasının tamamını “koalisyon” uçaklarına kapatacak.
Unutmayalım ki, Suriye sorununun çözümü mümkün olduğu takdirde, hatta çözüm umudu ufukta belirdiği anda PYD sorunu Türkiye’nin değil Suriye’nin, Suriyelilerin sorunu olacak. Kürtler ve Kürtçe yeni haklar elde edecek, ama bölünme riski, böylesi bir riskin Türkiye’ye getireceği maliyet de büyük ölçüde ortadan kalkacak. Yeter ki Ankara elindeki kozları ve diplomatik imkanları iyi kullansın, dünya siyasetindeki gelişmeleri doğru okusun, okumaya devam etsin…