Türkiye’nin arabuluculuğuyla Ukrayna silolarındaki 20 milyon tondan fazla tahılın dünya pazarlarına sevkiyatı başladı. İlk gemiler yola şimdiden çıktı, olağanüstü bir durum olmazsa sevkiyatın sürmemesi için görünürde neden yok. Ayrıca Rusya tahılının ve gübresinin taşınmasına konan sınırlamaların kaldırılması da tahıl krizinin hafiflemesine, fiyatların az da olsa düşmesine yol açtı. Ama geçtiğimiz ay başında yayınlanan ve sunumu bizzat Genel Sekreter Guterres tarafından yapılan bir rapora göre sevinmek ve bitti demek için henüz çok erken.
Ukrayna’daki savaşın neden olduğu tahıl sevkiyatının doğurduğu kriz buzdağının sadece görünen yüzü. Savaş Şubat sonunda başlamadan önce de yiyecek fiyatları dünya çapında artış eğilimine girmişti. Ukrayna’dan gerçekleşecek tahıl sevkiyatının tek başına bu eğilimi durdurması mümkün değil. Bu krizden en çok etkilenen ülkelere mutlaka mali yardım yapılması, borçlarının yeniden yapılandırılması şart. Çünkü yaşam standartlarında dünya çapında yaşanan, en çok da yoksul ülkeleri vuran kriz çok boyutlu.
Her şeyden önce enerji fiyatlarındaki artış taşımacılığı, o da tahıl arzı düzenli hale gelse bile fiyatlarını etkiliyor. Dünyanın pek çok ülkesinde çiftçiler gübre almakta, tarlalarını gerektiği gibi ekmekte, işlemekte zorlanıyor. Bu da zaten iklim değişikliğinden mağdur ürünlerin arzının azalmasına, zirai fiyatların yükselmesine, ülkelerin halklarını doyurmak için ithalata daha fazla ağırlık vermesine, böylece de içinde yaşadıkları mali krizin derinleşmesine, ödemeler dengesindeki açığın büyümesine, para birimlerinin değer kaybetmesine neden oluyor.
BM Yiyecek, Enerji ve Finans Küresel Kriz Gurubu’nun raporu bu durumun bir tür kısır döngü yarattığına, içine düşenlerin bu döngüden kurtarılabilmesi için G7 ve G20’ye sorumluluk düştüğüne, Ukrayna ve Rusya’nın tahıl ve gübre üretim kapasitelerinin dünya pazarına entegre edilmesinin gerekli olduğuna, mali yardım olmadan pek çok ülkenin bu kısır döngüden çıkmasının kolay olmadığına dünyanın dikkatini çekmeye çalışıyor. Raporun açıkça söylemese de ima ettiği Ukrayna savaşının bir an önce sona ermesinin şart olduğu.
Gerçekten de bu savaş bitmediği, dünyanın başka yerlerinde küresel etkileri olan yeni krizler sürekli tetiklenmediği takdirde dünya nüfusunun önemli bir kısmının yaşam standartlarındaki düşüş eğiliminin durması imkansız. Tahıl ve gübre ülkelerine ulaşsa dahi artan enerji fiyatları, borçları ve ürettikleri ürünlerin görece düşük değerden satılması onları ziraat yapmaktan alıkoyuyor. 2019’dan bu yana, yani son üç yıl içinde yoksulluğun uç noktasında insanların sayısının 77 milyon arttığı, kronik yiyecek yokluğu çekenlerin sayısının da 193 milyona ulaştığı söyleniyor.
25 sayfalık BM raporunda Afrika’da 58 milyon insanın yoksulluk sınırında yaşadığı, dünyada 4 milyar 100 milyon insanın en temel sosyal güvenlikten yoksun olduğu, 20 milyon insanın iklim değişikliği yüzünden yer değiştirmek zorunda kaldığı, Sahra Altı Afrika’da 568 milyon insanın 2020 yılı itibarıyla elektriğe erişiminin olmadığı belirtiliyor. Raporda ayrıca iklim değişikliğinin, karbon ve diğer salınımlar yüzünden artışını kontrol altında tutamadığımız sıcaklığın yarattığı felaketler için de yılda en az 520 milyar dolar harcandığı aktarılıyor.
Ancak devletler bu sorunlara eğileceklerine, insanlarını daha iyi şartlar altında yaşatmaya, dünyanın daha yaşanabilir bir yer olmasını sağlamaya çalışacaklarına, yatırımlarını silahlara yapıyor, jeopolitikten ve reel politikten söz ediyor. Rusya Amerika’dan, Amerika Çin’den korkuyor. Pelosi Tayvan’ı ziyaret edip yeni bir krizin tetiklenmesine neden oluyor. İnsanlar ve tabii ki bizim gibi “uzmanlar” paralel bir gerçeklik içinde yaşıyor. Konuşuyor, tartışıyor, çalışıyor fakat ne yazık ki gerçek sorunlara çözüm üretemiyor.
Kim bilir belki sorun gerçek zannettiğimiz gerçeklikte, hepimizin ayrı gerçekleri olmasında. Felsefenin çöküp dünyayı algılamanın parçalanmasında. Ya da sanallığın oldum olası var olmasında. Bizim onu bilgisayar teknolojisindeki değişimle birlikte yeni keşfetmemizde, sosyal medyada yaratıldığını ve cisimleşmiş halini Metaverse’de bulunduğunu sanmamızda. Belki de zamanında Peter Berger, Thomas Luckmann gibi sosyologların yazdıklarını iyi okumamamızda.
Bu pazar değişik bir şeyler yapmak isterseniz Berger ve Luckmann’ın Türkçeye de çevrilen Gerçekliğin Sosyal İnşası kitabını bulup okuyun derim. Dünyaya bakışınız değişir mi, bu değişim dünyanın değişimini tetikler mi bilmem ama yine de okumak okumaktır. Ben bugün rafından indirdiğim kitabı bir kez daha okumayı, onların bize anlattıklarını hatırlamayı deneyeceğim. Mehmet Ocaktan’ın iki hafta önce önerdiği Cesaria Evora’nın müziği eşliğinde ve umarım sıcağı ile bunaltmayan bir İstanbul sabahında, muhtemelen de balkonda…