Başbakan Davutoğlu’nun Strazburg ziyareti sırasında verdiği hemen her mesaj önemliydi. Yapılması düşünülen yeni anayasa konusunda söyledikleri, ruhu ve iskeletini birbirinden ayırması, geniş anlamıyla Avrupa’nın da bazı konularda beklentilerin gerisinde bir performans sergilediğini vurgulaması, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi performansına ilişkin eleştirilere verdiği cevaplar vurucu ve tutarlıydı.
Daha önce de yazdığım gibi Başbakan Avrupa’nın mantığına, vicdanına ve ruhuna hitap eder bir konuşma yaptı. Avrupa’da var olan, bazıları da haklı gerekçelere dayanan önyargıların biraz olsun kırılmasına yol açtı. Terör konusunda söyledikleri de, buzdolabına kaldırılmış sorunlar hakkındaki eleştirileri de tam yerinde ve kıvamındaydı. Mülteci sorununu da AKPM’nin ruhuna ve komşusu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin normlarına uygun bir şekilde yaklaştı.
***
Eğer sırtında bir de ifade özgürlüğü yükü olmasaydı, eminim ki anlattıkları muhataplarının anlam dünyasında çok daha fazla yer bulacaktı. Yine de bu tür temasların özellikle böylesi dönemlerde çok daha sık yapılması gerekiyor. Türkiye’nin Avrupa Konseyi ve diğer uluslararası kurumlarla olan ilişkilerinin daha da güçlendirilmesi ve derinleştirilmesi şart. Hem kendimizin değişmesi, hem de temsil ettiğimiz değerlerin dünyaya anlatılması için bu bir zorunluluk.
İyi ki Türkiye Avrupa Konseyi’ne yaptığı katkının miktarını arttırmış, iyi ki Türkiye’ye Avrupa Konseyi’nin işleyişi üstünde söz sahibi olacağı bir kapının aralanmasını sağlamış. Yine iyi ki Türkiye kadına karşı şiddeti hedef alan İstanbul Sözleşmesi’ne ev sahipliği yapmış ve onu sahiplenmiş. Eski hocam Feride Acar gibi bir ismi bu sözleşmenin Avrupa Konseyi içinde işlemesine sağlayacak mekanizmanın başına getirilmesi için diplomatik çaba harcamış.
Umarım, Türkiye diğer uluslararası örgütler çerçevesinde de benzeri inisiyatifler geliştirir. Çözmekte zorlandığı sorunlarının doğrudan ve dolaylı etkilerinden buralardaki ağırlığından yararlanarak kendini korur. İdeal bir dünyada sorunların çözülmesi beklenir. Ama sorunlar çözülemeyince sorunların doğurduğu baskılardan kurtulmak için dengeleyici mekanizmaların kurulması da siyasetin ve diplomasinin gereğidir.
***
Her ne kadar ilgi Başbakan’ın HDP Milletvekili Ertuğrul Kürkçü’nün AKPM üyesi olarak sorduğu soruya verdiği cevaba yoğunlaşmış olsa da, asıl önemli olan konuşma metninin stratejisi, tutarlılığı ve içinde barındırdığı mesajlardı. Metin Türkiye’nin eleştirildiği noktalara açıklık getirmeyi hedeflese de, çıkış noktası olarak karşı tarafın eleştirilmesini seçmişti. Diğer üyelerin performanslarının da Türkiye’den çok farklı olmadığı daha başlangıçta hatırlatılmıştı.
Metnin hazırlanmasına kimlerin emeği geçtiyse övgüyü hakkettiklerini belirtmem gerek. Davutoğlu’nun dünyaya yönelik hemen hiç bir konuşması sonrasında üslup sorunu çıkmamasında sanırım kendisi kadar ekibinin de katkısı var. En sert eleştirilerin bile kırıcı olmadan yapılabileceğini, amacın bağcı dövmek değil, üzüm yemek olduğunu görmek isteyen herkese gösteriyorlar.
***
Strazburg Hilton Oteli’nde yazar ve gazetecilerle yapılan sohbet toplantısı da benzer nitelikteydi. Gazeteci arkadaşlarımız en çok iç politika sordukları için iç politika konuları konuşuldu. Ama Başbakan’ın anlayışını yansıtmak açısında vize serbestisi konusunda söyledikleri kayda değerdi. Davutoğlu Avrupa’dan olumsuz sinyal almadıklarını, bir Alman gazetesinde çıkan bir haber-yorumun veri olarak kabul edilemeyeceğini söyledi.
Başbakan Türkiye’de her şeyi ille de olumsuz düşüldüğünü, ille de kriz çıkmasının beklendiğini belirtti. “Güzel gidiyor işte” dedi. Yanında oturan AB Bakanı Volkan Bozkır’a dönerek elindeki listeye devamlı “check” attıklarını vurguladı. “Biz Haziran’da vize muafiyetini alacağız arkadaşlar”, “Vize muafiyeti olmazsa sadece Türkiye kaybetmez, herkes kaybeder” diye de altını çizdi...