Zonguldak’ın 175 km kadar açığındaki Tuna 1 kuyusunda bulunan 320 milyar metre küplük tahmini gaz rezervi Türkiye’yi Katar ya da Rusya yapmaz ama iç ve dış politikası üstünde etkili olur. Aynı sahada başka bir kaynağa daha ulaşılamasa dahi Türkiye’ye en az yedi yıl yetecek kadar gazın çıkabilecek olması Türkiye için de, Türkiye’ye dışarıdan bakanlar için de dikkate alınması gereken önemli bir değişkendir.
Dünyanın neresinde olursa olsun böylesi bir keşif iktidarları güçlendirir, muhalefet partilerinin işini zorlaştırır. Türkiye’de muhtemelen benzeri olacak AK Parti iktidarının destek oranı artacaktır. Benim umdum iktidar bloğunun özgüvenin pekişeceği, hukuk, insan hakları gibi alanlardaki eksikliklere, aksaklıklara daha fazla ilgi göstereceği yönünde. Doğal olarak tam tersi de olabilir, pek çok üretici ülkede olduğu gibi gaz bizi daha otokratik hale de getirebilir.
Ancak ben iç politikayı iç politikayı bilenlere bırakıp kendi alanıma, dış politikaya dönmek istiyorum. Zaten orası da yeterince çetrefilli, engebeli bir alan ve gaz da ne yazık ki ödemeler dengesini rahatlattığı oranda dış politikayı rahatlatacak bir emtia değil. Nihayetinde birinin kazancını kendinin kaybı olarak gören devletlerin olduğu, sıfır toplamlı oyunların oynandığı bir alandan söz ediyoruz.
* * *
En yakınımızdakilerin bile “gaz buldular da rahatladılar, ne iyi oldu” diye düşünmeyeceğini dikkate almamız, gazı ve bulacağımız her türlü hidrokarbon türevini araçsallaştırmanın yollarını aramamız gerekiyor. Kimi Türkiye’nin bu piyasaya girmesini engellemeye, kimi pazarını kaybetmemeye çalışacaktır. Ne Amerika, ne Rusya, ne İran, hatta ne de Azerbaycan ve Katar gaz bulmamıza ve bulduğumuz gazı işletmemize sevinecektir.
Muhtemelen bu bulgudan en fazla rahatsızlık duyacaklar da Ege’de, Akdeniz’de orantısız hak iddiasında bulunan Yunanistan ve GKRY olacaktır. Çünkü bileceklerdir ki bu keşifle birlikte Türkiye deniz yetki alanları konusunda daha ısrarcı olacak, daha kararlı davranacak, kendine ait olduğunu düşündüğü bölgeler üstündeki taleplerinden vazgeçmeyecek, ciddi bir kriz anında çatışmadan kaçınacak taraf olmayacaktır.
Tahmin edeceklerdir ki Sakarya sahasında ya da başka bir yerde yapılacak aramaların sonucunda bulunacak ilave gaz, Akdeniz’deki ad-hoc ittifak modellerini etkileyebilme potansiyeline sahip olacak, İsrail, Kıbrıs ve Mısır gazının taşınma güzergah ve olasılığını tehlikeye atacak, karlılık oranını etkileyebilecektir. Türkiye sahip olduğu hatlar marifetiyle Avrupa piyasası içinde etkili bir aktör haline gelebilecektir.
Türkiye zamanı geldiğinde kendi gazını satıp, başkasının gazını kullanabilir ya da piyasanın ve jeopolitik dengelerin şimdiden öngörülemeyen dalgalanmalarına uyumlu şekilde hareket ederek yeni formüller düşünebilir. Bugün için önemli olan böylesi bir rezervin bulunması ve bu rezervin Türkiye’nin siyasetini etkileme potansiyeline sahip olmasıdır. Kesin olansa ekonomik açıdan da, siyasi açıdan da Cuma sabahki Türkiye ile akşamki Türkiye’nin aynı olmamasıdır.
Gaz Türkiye’nin dünyada daha fazla ilgi ve yüksek olasılıkla itibar görmesine yol açacak, büyük şirket ve devletlerin nefreti kadar “sevgisinin”, “sempatisinin” de odağında olmasına neden olacaktır. Türkiye’nin hayatına aniden giren bu önemli değişikliği hesaba katan politikalar izlemesinde, gücünü abartmadan ama idrakine vararak siyaset üretmesinde yarar var. Unutmayalım ki doğal kaynak zenginlik getirir fakat kendi başına anlam ifade etmez.
Eğer anlam ifade etmiş olsaydı Suudi Arabistan, İran, BEA, Nijerya dünyanın en müreffeh, en istikrarlı, en güçlü ülkeleri olurlar ve dünya onların her dediğini yapardı. Libya bu durumda olmaz, Irak onca zenginliğine rağmen böylesi acılar çekmezdi. Tüm bu ve benzeri nedenler yüzünden bizim eskisinden daha da dikkatli olmamız, başkalarının deneyimlerinden dersler çıkartmamız şart.
Belki zamanında Oslo’da okumuş olmam, belki biraz da onların deneyimlerini görme, az da olsa öğrenme imkanı bulmam yüzünden doğal kaynak yönetimi ve siyaseti dendiğinde aklıma ders çıkartılacak ilk ülke olarak Norveç geliyor. Türkiye tabii ki Norveç değil, pek çok açıdan farklıyız, bulunduğumuz coğrafya bile farklılığı vurgulamaya yeter. Ama ben yine de ona bakalım, olumlu örneği orada arayalım derim.
* * *
Hafta sonu olduğu için önerim edebiyatından, müzikten başlamak yönünde. Sonra belki enerji politikasıyla, diplomasisiyle de devam ederiz. Şimdilik Henrik Ibsen, Knut Hamsun, Herbjörg Vassmo’yu anıp yeni keşfim Roy Jacobsen’i önerebilirim. Geçtiğimiz yıl Yapı Kredi Yayınlarından Deniz Canefe’nin çevirisiyle çıkan Jacobsen’in Beyaz Deniz’i tam bir roman harikası. İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgali altındaki Norveç’i, Norveçli Ingrid’i, yalnız yaşayan bir kadını müthiş bir yetkinlikle anlatıyor.
Kitabınıza eşlik etmesi için de Edvard Grieg’i düşünebilirsiniz. Dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan Bergen’de doğan ve biraz da yaşayan (1843-1907) Grieg Norveç’in ruhunu, özünü en iyi yansıtan bestecilerden biri diye biliniyor. Bana kalırsa Ibsen’in oyunu Peer Gynt için yazdığı süiti böylesi bir kitaba eşlik edebilecek en iyi müzik parçalarının başında geliyor. Ama isterseniz telefonunuzun uygulamalarından folk müziği söyleyen Lillebjörn Nilsen’in 1982 tarihli Fin Frokost’unu da dinleyebilirsiniz.
Orada Nilsen sıradan bir kahvaltı sofrasından hareketle, hayatı, sevgiyi, dostluğu sade bir dil ve basit tınılarla anlatıyor. Arkadaşları Tor’un gazete, süt ve peynir almaya gittiğini, dönüşte arka bahçeden girerek kediyi içeri alabileceğini, kimsenin bundan daha iyi bir kahvaltı edemeyeceğini, kısacası hayatın böylesine “basit” şeylerle de mutluluk verebileceğini vurguluyor. Kitabın, müziğin ve tabii ki Karadeniz’de bulunan gazın mutluluk vermesi, getirmesi temennisi ve iyi, huzurlu bir tatil günü dileğiyle…