Muhtemelen sizlerin de bildiği gibi uzmanlar bir süredir sıcaklık artışlarının kontrol altında tutulması için karbon dioksit, metan ve kloroflorokarbon gibi bazı gazların salımının azaltılması gerektiğini söylüyor. Bunun küresel çapta gerçekleşmesi amacıyla da toplantılar düzenleniyor, sözleşmeler ve protokoller imzalanıyor. Teorik hedef sıcaklık artışını endüstrileşme öncesi ortalamanın 1.5 derece üstünde tutmak, gerçekçi olansa 2 derece.
Ancak 2 dereceyi bile tutturmak artık zor görünüyor. Yıllardır atmosferi en çok kirleten devletler 1992’de imzalanan BM Çerçeve Sözleşmesinden (UNFCCC) bu yana verdikleri sözleri yerine getirmemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyor. 1997 Kyoto Protokolü ile alınan kararlar uygulamaya konmadığı için varılan 2015 Paris mutabakatındaki koşullar da bir türlü yerine getirilmiyor. Şimdi gözler Bakü’de Pazartesi günü başlayan 1992 sözleşmesinin takip toplantısı COP 29’da.
Geçtiğimiz yıl BAE’de gerçekleşen 28’inci COP toplantısından çıkan fosil yakıt kullanımının azaltılmasının taahhütte bağlanmasının güçlendirilmesi, özellikle de sıcaklık artışlarının doğurduğu iklim değişikliğiyle baş edemeyen ülkelere kaynak sağlanması ana gündem maddelerinin başında. Ama ne yazık ki bu toplantıdan da olumlu, iklim değişikliğini yavaşlatacak, yarattığı sorunları dengeleyecek bir sonuç çıkması çok olası görünmüyor.
Toplantının ev sahipliğini yine petrol üreten bir ülkenin yapması başlı başına bir sorun. Fakat aslında en küçük sorun. Çünkü devletlerin çoğu sıcaklık artışını engellemesi mümkün görülmeyen ulusal taahhütlerine dahi sadık kalmak istemiyor. En vukuatlı atmosfer kirleticilerinden biri olan Amerika yeni yönetimiyle birlikte Paris İklim Sözleşmesi’nden bir kez daha çıkmaya, endüstrisini güçlendirmek, enerji tedarikini arttırmak için iklim değişikliğini göz ardı etmeye hazırlanıyor.
Amerika iklim konusunda yan çizerse diğerlerinin ne yapacağı, petrol ve gaz üreten ülkelerin ve hatta şirketlerin verdikleri sözleri tutup tutmayacağı tartışmalı. Trump’ın federal Çevre Koruma Ajansı’nın başına atadığı Lee Zeldin’in hiç umut vadetmemesi kadar Shell’in 2030’a kadar karbon emisyonunu yüzde 45 azaltmasına hükmeden mahkeme kararına karşı bir üst mahkemeye açtığı davayı geçtiğimiz günlerde kazanmasının da emsal ve ilham niteliğinde olduğunu unutmamak gerek.
İyimserler Trump yönetimin iklim değişikliği üstünde ciddi bir fark oluşturmayacağı kanaatinde. Aralarında Çin’in güneş ve rüzgar enerjisi yatırımlarının, elektrikli arabalarının ve siyasi ihtiraslarının iklim konusunda liderlik etmesine yol açabileceğini, Amerika’nın bıraktığı boşluğu doldurabileceğini söyleyenler de var. Benim gibi kötümserler ise COP toplantılarının önemini yadsımamakla birlikte, iklim değişikliğini önlemek için geç kalındığını, hala ciddi bir şey yapılmadığını, sonuçları için hazırlıklı olunması gerektiğini düşünüyor.
Ve Bakü COP’unun üstünde en çok duracağı konu olan gelişmekte denen ülkelerin uyum yardımı almasının bile son derece zor olduğuna inanıyor. Çünkü 1992 standartlarına göre belirlenmiş gelişmişlikle günümüz örtüşmüyor, Körfez ülkeleriyle diyelim ki Somali hukuken aynı kategoridelermiş gibi duruyor. Daha da önemlisi gerçekten az gelişmiş ülkeler için yılda en az 1 Trilyon Dolarlık dış destek gerekirken şimdiye değin bunun en fazla onda biri taahhüt edilmesi, onun da zar zor ödenmiş olması karamsarların karamsarlığını arttırıyor.
Bir kısmı kredi şeklinde verilen bu yardımdan en büyük parsayı en zor durumda olanlar yerine gelişmişliği tartışmalı olanlara kayması dahi bir gösterge. Zor durumda olanlar COP 29’dan bu sorunun aşılmasını, yardımın lütuftan ziyade teknik oranlara (NCQG) bağlanmasını bekliyor. Diğer yandan COP hakkında yazan Guardian gazetesi editörleri böylesi bir meblağın gelişmiş ülkeler tarafından karşılanmasının imkansız olduğunu vurguluyor, yaratıcı çözümlerin faziletinden bahsediyor.
Tüm bunların ötesinde saldıkları gazlarla iklim değişikliğini tetikleyen ve körükleyen sanayileşmiş ülkeler değişimden en şiddetli biçimde etkilenen, mesela sellere, tayfunlara maruz kalan az gelişmişlerin zararlarının karşılanması, yıkılan altyapılarının onarılmasına katkıda bulunulması taleplerini de görmezden, duymazdan gelmeyi tercih ediyor. Bu tutumlarının COP 29 sırasında değişmesi de bırakın karamsarları bir kenara aklı başında gözlemciler tarafından da pek beklenmiyor.
Yanılmayı çok isterim ama bana bu toplantıdan da iklim değişikliğini önleme, dünyanın önemli bir kesiminin yaşanamaz hale gelmesini engelleme konusunda elle tutulu bir sonuç çıkmayacakmış gibi geliyor. Sıcaklık artışlarına, kuraklığa, sele, su baskınlarına, orman yangınlarına, sahil şeritlerinin deniz altında kalma ihtimaline, iklim göçlerine, tarım ve turizmde yaşanacak dramatik değişikliklere, kıt kaynaklar için savaşlara hazırlıklı olmamızda yarar var diye düşündürüyor…