Cumhurbaşkanı Erdoğan Pazartesi günü beraberindeki kalabalık bir heyetle Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne gitti. Cumhuriyet Meclisi’nin özel oturumunda milletvekillerine hitap etti ve kendilerine Meclisleri ile Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin yeni yapılacak binalara taşınacağı müjdesini verdi. Askerlerle görüştüğünü, Metehan’da 500 dönümlük bir bölgenin bu iş için ayrıldığını söyledi.
Hitap ettiği vekiller ne düşünmüşlerdir bilmem ama ben hem sevindim, hem de üzüldüm. Daha doğrusu hüzünlendim. Sevindim çünkü her iki bina da üstlendikleri işlevi sürdürmeleri zor olan yerlerdi. Özellikle Cumhurbaşkanlığı konutu küçüktü ve bürokrasisine yer bulmak zordu. En son beş yıl kadar önce görmüştüm, ofisler hala derme çatmaydı. Sevinmemin bir başka nedeni de bu binaların geçiciliği simgelemesi yüzündendi.
***
Federal bir çözüm bulunana kadar imasını içlerinde barındırıyorlardı. Şimdi iki devletli çözüm diyen Türkiye ve bir ölçüde de KKTC bunun kurumsal gereğini yerine getirmek üzere harekete geçti. Bu teşebbüs dışarıdan bakanlar için kararlılığın, iki devletli çözüm konusunda ciddi olduğunun göstergesi. Ama keşke Türkiye Cumhurbaşkanı tarafından açıklanan bir sürpriz yerine ortak bir kararın neticesi diye sunulsaydı, keşke KKTC’nin egemenliğine vurgu yapılsaydı.
Böylece muarızlarına Türkiye’yi işgalci olarak yaftalamaları için yeni bir fırsat verilmemiş, KKTC’deki Türkiye muhalefetine eleştiri imkanı tanınmamış olurdu. Bana sanki iki devlet derken KKTC Türkiye’nin vilayetiymiş gibi davranmaktan her düzeyde imtina etmek daha iyi, böylesi kararları KKTC’ye bırakmak, onu egemen eşit bir ortak olarak sunmak ve görmek daha tutarlı olumuş gibi geliyor.
Kim bilir belki de yanılıyorum. Zaten açıklamanın beni üzen, hüzünlendiren tarafı bu değil. Bina inşaatlarının sürpriz olması üzmekten çok şaşırttı, keşke dedirtti. Üzen, hüzünlendiren bir dönemim, bir tarihin kapanacak, pek çok kez ziyaret ettiğim binanın yakında eski işlevini yerine getiremeyecek olması. Umarım Cumhurbaşkanlığı konutu kaderine terk edilmez ya da müteahhide devredilmez. Geçmişini içinde yaşatacak bir müze haline dönüştürülür.
Çünkü o bina çok şey gördü, geçirdi. Devlet büyüklerini, müzakerecileri, sivil toplum temsilcilerini ağırladı. İçinde Kıbrıs sorununa az çözüm aranmadı. Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı bazen BM genel sekreterlerlerinin, bazen de müzakerecilerin adıyla anılan planları bu binada tartıştı. Ergun Ongun, Kudret Özersay ve Özdil Nami muhataplarıyla girişecekleri pazarlıkların stratejilerine binaya bitişik odalarında çalışma arkadaşlarıyla konuştu.
Kabul odası, yemek odası siyaset ve diplomasi dışında da çok şeye şahit oldu. Denktaş çektiği fotoğraflarla bu anların bir kısmını belgeledi. Benim gibi pek çok insanın aklında da unutamadıkları, muhtemel küratörlere veri olabilecek anılar kaldı. Resmi, gayri resmi misafirleri karşılayan, onların arasında koşuşturan Boncuk’tan Denktaş’ın insani jestlerine, kişiliğinin ve karizmasının ayrılmaz parçası espirilerine kadar o binada yaşatılması gereken ne çok anı var.
Eğer eski saray müze olursa içine sadece siyaset ve diplomasi konmasın, müze ziyaretçilerine KKTC tarihini içinde yaşattığı duygularla, paylaştırdığı çoşkularla da anlatsın. O binadan geçen, içinde yaşayan siyasetçilerin, diplomatların, askerlerin, mesela Mümtaz Sosyal gibi akademisyenlerin aynı zamanda birer insan oldukları, insani özelliklerini üstelendikleri görev ve fonksiyonlara rağmen kaybetmedikleri gelecek kuşaklara ve dünyaya gösterilsin.
Gösterilsin ki Kıbrıslı Türkler kendilerini farklı, dışarıdan bakanlar da onları öteki olarak görmesin. Ulus inşası ve günün meşruiyeti adına insanlık ıskalanmasın. Tarih araçsallaştırılmasın. Belli ki fiilen var olan iki devletli çözümün, hukuken kabul ettirilmesi, bugün eleştirilen statükonun bitmesi ve ambargoların sona ermesi için en az federal çözüm kadar uzun bir süre çalışmak gerekecek. Doğru kurgulanmış bir müze de bana öyle geliyor ki bu çabaya katkıda bulunacak.
***
Doğal olarak sadece müze yetmeyecek. Bizim de değişmemiz, dünyadaki KKTC, özellikle de Türkiye algısını değiştirmemiz gerekecek. İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü olmazsa olmazlar arasında. Siyasi meşruiyetin tek dayanağı rıza olduğu için bu rızanın isteyerek verildiği anlaşılmalı ve anlatılmalı. Askeri ve ekonomik gücümüzü korumamız, farklı pazarlık alanlarında boşluklar bırakmamamız ve KKTC’yi egemen bir devlet olarak tanıdığımızı her alanda, her fırsatta ispat etmemiz de şart.
Bir de bizim büyük binalar kadar büyük stratejiler de tasarlamamız gerekiyor. Eğer iki devletli çözüm konusunda samimiysek, bu bir pazarlık taktiği ya da bazılarının iddia ettiği gibi kontrol edilebilir bir gerginlik aracı değilse karşımızdaki sınama büyük. Açıklamalar, sürprizler ve müzeler de dahil her şeyi en ince ayrıntısına kadar tartışmalıyız. Kendimizi başkalarının yerine koymalıyız. Onlar ne der, ne hamle yapar diye düşünmeliyiz. Mutlu ve huzurlu bir bayram dileğiyle…