Umarım Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanlığı dönemi Türkiye’ye karşı hissedilen duygusal kırgınlığın dinmesine, Türkiye’nin de KKTC’ye karşı daha duyarlı davranmasına yol açar. Zaman zaman unutulsa da, Kıbrıslı Türklerin tek gerçek dostu Türkiye. Sorunları çözülecekse Türkiye’ye rağmen değil Türkiye ile birlikte çözülecek. Ekonomilerini ayakta tutmak için destek gelecekse Türkiye’den gelecek. Güvenlikleri ve esenlikleri garanti altına alınacaksa Türkiye tarafından alınacak.
***
Benzeri Türkiye için de geçerli. Türkiye’nin de Kıbrıs Türklerini yabancılaştırma, duygusal anlamda kaybetme lüksü yok. İki tarafın da Kıbrıs sorununu çözüme kavuşturmak için çalışması, ortak bir vizyon benimseyerek hareket etmesi şart. Sanıyorum yeni Cumhurbaşkanı’nın toplum lideri sıfatıyla ilk yapması gereken işlerden biri kendisini temsil edecek müktesebata hakim bir müzakere heyeti kurması olacaktır. Cumhurbaşkanlığına seçilmesini telefon açarak kutlayan GKRY lideri Nikos Anastasiadis şimdiden buluşma teklifinde bulundu bile.
Buluşma teklifi Anastasiadis’in bir iyi niyet jesti de olabilir, dünyaya Tatar’ın uzlaşmaz olduğunu göstermek için yaratmaya çalıştığı bir fırsat da. Bu buluşma sosyal konuşma ve tanışmayla atlatılsa bile arkası gelecek, müzakerelerin başlaması için zemin olup olmadığı adadaki BM temsilcileri ve muhtelif üst düzey ziyaretçiler tarafından araştırılacaktır. Rum tarafının Tatar’dan yeni bir “Denktaş” çıkartmak, uzlaşmayan tarafın Türkler ve Türkiye olduğunu göstermek istemeyeceğinin hiçbir garantisi yok.
Tatar da benim gibi çözümün artık birleşmeyle, federasyonla olmayacağını düşünse dahi bunu kendisi değil başkası söylemeli. O, bana öyle geliyor ki, müzakerelerde gelinen noktadan başlayarak ileriye götürmek için çaba harcamalı. Rum tarafının ve AB’nin Fransa gibi kategorik Türkiye ve KKTC karşıtı ülkelerinin işini kolaylaştırmamalı. Tek yapılması gereken BM’den takvim istemek, iyi niyetle müzakere edilmesine rağmen uzlaşılmadığı halde ne olacağının tespitini talep etmek. Bu da Kıbrıs Türklerinin en doğal hakkı.
Nihayetinde 1968’den bu yana müzakere edilen bir sorundan, 1963’te tamamen çökmesine rağmen çöktüğü kabul edilemeyen bir devlet yapısından, zorunlu müdahaleyle bölünmüş bir ülkeden söz ediyoruz. Günümüze değin her türlü başkanla ve müzakereciyle her türlü yöntem denendi. BM Genel Sekreterleri arabulucular atadı. AB üyeliğinin cazibesi ve Jean Monnet mitolojisi bile çözüm için yardımcı olmadı. Rum tarafı tarihin en kapsamlı ve masraflı planlarından birini 2004’de yapılan referandumda reddetti, statükoyu tercih etti.
Ve hala bu tercihi devam ediyor. Tam uzlaşıldı derken Rum tarafı Crans-Montana’da olduğu gibi bir bahane bulup masadan kaçıyor. AB üyeliğinden kaynaklanan asimetrik gücünü birleşeceğini, aynı vatanı paylaşacağını söylediği Türklere karşı kullanıyor. Ancak sorun türevleriyle birlikte biz ve Kıbrıslı Türkler kadar kendilerini de yoruyor. Ayrıca unutmayalım ki, donmuş çatışmalar aslında pek de donmuyor, hiç beklenmedik bir anda beklenmedik şeylere yol açabiliyor. Hatta yönetilmek için çıkartılan krizler kontrolden çıkıp savaşa dönüşebiliyor.
***
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de askeri gücünü devreye sokması, Irak, Suriye, Libya, Katar, son olarak da Dağlık Karabağ’da ciddiye alınması gerektiğini ispatlaması ve tabii ki KKTC’de yeni bir liderin işbaşına gelmesi müzakerelerin sadece başlamasına değil aslında bir şekilde sonuçlanmasına da gerekçe oluşturuyor. Kısacası Kıbrıs çözüm bekliyor. Çözüm olmazsa Rumlar rahat edemeyecekleri gibi, başta Maraş olmak üzere toprak ve mülkiyet “tavizlerinden” de yararlanmayacaklar. 1963’den bu yana attıkları her adım ters tepti, bundan sonra tepmemesi için de hiçbir neden yok.
Çözümün ille de birleşmeyle olması gerekmiyor. Bir zamanlar Anastasiadis’in de diline dolanan gevşek federasyon gibi bir konfederasyon ya da iki devletin önce barış içinde bir arada yaşayacağı, sonra da AB içinde ya da başka bir şekilde fonksiyonel entegrasyona gideceği model üstünde de konuşulabilir. Girne göçmeni bir ailenin çocuğu olan Michalis Stavrou Michael’in daha 2009 yılında Palgrave’den çıkan “Kıbrıs Sorununu Çözmek: Müzakere Tarihi” kitabında vurguladığı gibi ortada yapısal bir sorun var, çözümü yeni parametrelerin düşünülmesini gerektiriyor…