Dünyada bazı yazarlar, kanaat önderleri vardır doğruyu söyledikleri için değil söyledikleri doğru bulunacağı için takip etmeniz gerekir. Onlar dönemin ruhunu ve politikasını anlamınıza, sizi, ülkenizi ve bölgenizi etkileyebilecek kararların ne yönde alınabileceğini görmenize yardımcı olur. Genellikle de etkisi büyük ve karar verme süreçleri etkiye açık ülkelerde yaşarlar. Siyaseti bazen şekillendirirler, genellikle de meşrulaştırırlar.
Mesela Francis Fukuyama Soğuk Savaş’ın bittiğinin, yeni bir dünya düzenin kurulduğunun, yeni düzenin galibinin de Amerika olduğunun anlatıcısıdır. Bize artık tarihin ilerlemeyeceğini, hiç bir şeyin Amerika’ya rakip olmayacağını söyler liberalizmle rekabet edecek ideolojinin kalmadığını müjdelediği makale ve kitabında. Kojeve’nin Hegel yorumunun ya da söylediği başka bir şeyin doğru ya da yanlış olması önemli değildir.
Çünkü o bir dönem yazarıdır. Döneminin ruhunu, galibiyetini ilan eden ülkenin inancını yansıtır. Samuel Huntington da öyledir. Bosna ve Dağlık Karabağ savaşlarından yola çıkarak bize medeniyetlerin savaşabileceğini anlatır. Ülkesine devlet merkezli realizmden medeniyet merkezli realizme geçme tavsiyesinde bulunur, müslüman “tehdidine” karşı dikkatli olmaya çağırır. Haklı olduğunu ise en çok 11 Eylül saldırılarından sonra savunur.
Fukuyama’yı, Huntington’u okumadan Amerika’nın son 30 yıllık dış ve güvenlik politikasını anlamanız, anlamlandırmanız zordur. Daha öncesi için de bence Alfred Mahan’a bakmanızda yarar olabilir. Savaşta ve barışta deniz gücünün öneminin altını çizen Mahan’ın söyledikleri günümüzde bile anlamını yitirmiş değildir. Mackinder İngiliz emperyalizmi, Haushofer Hitler Almanya’sının genişleme politikası demektir.
Bugün Ukrayna Savaşı sayesinde kopan Almanya-Rusya ilişkilerinin zamanında Amerika için neden rahatsız edici olduğudunu, olması gerektiğini bize en iyi Kissinger anlatmıştır. O, Amerika’nın Avrupa’dan çıkmaması gerektiğini savunurken Rusya’dan çok Almanya’nın yükselmesinden, ağırlığının artmasından, tarihin tekerrür etmesinden korkmuştur. Brzezinski ise Avrasya’yı tek bir devletin kontrol etmesinden çekinmiştir.
Türkiye’nin bir dönemine de Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik kitabı, onun coğrafya, jeopolitik ve tarih anlayışı damgasını vurmuştur. Stratejik Derinlik Türkiye’yi anlamak isteyenlerin başucu kitabı olmuştur. Yukarıda saydığım isimler kadar etkili olmasa da bu yazıya vesile olan Robert Kaplan da dikkate alınmasında yarar olan bir düşünce insanı, kanaat önderidir.
Nihayetinde Balkan Hayaletleri kitabıyla Bill Clinton’un Bosna politikasını belirlediği iddia edilen, ülkesinin Irak’a müdahalesini destekleyen ve pagan ahlakı önermesiyle 11 Eylül sonrası Amerika’ya ultra realist ayar veren, yazdıkları saçma ve tutarsız gelse de muhtemel etkisi, galiba bu kez biraz da sezgisi nedeniyle izlenmesi gereken birinden söz ediyoruz.
Ben, Foreign Affairs için kaleme aldığı son yazısında imparatorlukların çöküşünün yarattığı sorunlardan hareketle söylediklerini akademik açıdan tartışmalı bulamakla birlikte önemli gördüm. Kaplan’ın Ukrayna Savaşı’nın girdabına ve Rusya’nın yenilgilerinin çazibesine kapılan ülkesine üstü kapalı uyarıda bulunmasını, Rusya’nın çöküşünün dünya düzeni için çok da iyi bir şey olmayabileceğini ima etmesini ciddiye aldım.
Kaplan orada Çin ve hatta ülkesi Amerika için de benzer şeyleri söylüyor. Habsburg ve Osmanlı imparatorluklarının çöküşlerinden örnekler veriyor. Birinci Dünya Savaşı’na girmeselerdi bugün bile ayakta olurlardı diyerek Rusya’nın ne kadar hatalı bir savaşı başlattığını anlatıyor. Ona göre Tayvan’a saldırırsa Çin de aynı hatayı yapacak. Amerika içinse Bizans diplomasisini, bu diplomasi sayesinde bin yıldan fazla bir süre ayakta kalabilmesini hatırlatıyor.
Söylediklerinin her birinin aksini iddia etmek, seçtiği örneklerin anlamsız ve hatta gereksiz olduğunu göstermek mümkün. Ancak mesajının önemini inkar etmek imkansız. Kaplan onu dinleyebilecek, söylediklerini dikkate alabilecek başta ülkesi olmak üzere tüm büyük güçlere itidal tavsiye ediyor. Kendinizi ve ihtiraslarınızı sınırlayın diyor. Sürekli düşmanlıkların olmadığının altını çiziyor.
Karar verme konumunda olanlara önerisi “trajik” düşünmeleri, karşılaştıkları her krizde en kötü senaryoyu göz önünde bulundurmaları. O söylemese de kast ettiği sanırım bu kez nükleer savaş. Belli ki Amerika ile Rusya arasında çıkabilecek bir savaştan endişe ediyor, Biden yönetiminin Ukrayna için benimsediği savaş politikasının sınırları olan bir büyük stratejiye dönüşeceği umuduyla yazısını bitiriyor.
Rusya gerilerken, köprüleri havaya uçup, özel askeri operasyonunu seferberliğin ilan edildiği genel bir savaşa dönüştürürken ülkesi Kaplan’ı dinler mi, ayrıca tarihten seçtiği tartışmalı örnekler uyarılarının dikkate alınmasını sağlar mı bilinmez ama yine de yazması, söylemesi, böylesi bir mesaj vermesi değerli. Vaktiniz ve imkanınız varsa benimle yetinmeyin, yazısını kaynağından okuyun derim...