Raif Efendi aslında sıradan bir insan. Her gün evinden işine, işinden evine gidiyor. Patronu tarafından eziliyor, ailesince sömürülüyor. Konuşmuyor, isyan etmiyor, içinde yaşadığı şartları değiştirmek için en ufak bir çaba harcamıyor. Çalıştığı işyerinde Rasim’e rastlamasa, hasta olup çekmecesindeki defteri ondan istemese Raif Efendi’den haberimiz olmayacak, Sabahattin Ali’nin ölümsüz eserinde kahramanlaşmayacak.
Ama neyse ki Sabahattin Ali anlatıcısı seçtiği Rasim ile Raif Efendi’yi Ankara’da bir iş yerinde buluşturur, gerçek hayatta tanıdığı ve belli ki bir türlü unutamadığı Alman ressam Maria Puder’e aşık eder, ona kendi hissettiklerini yazdırır, yazdırdığı defteri buldurur, anlatımının hüznüyle de okuyucusunu 65 yıldır peşinden sürükler. Edebiyatla ilgisi olmayan insanları bile kahramanı hakkında yazmaya adeta zorlar.
***
Çünkü Kürk Mantolu Madonna’nın kahramanı tıpkı onu kurgulayan yazarı gibi zamanının ötesinde bir insandır. 1920’ler Almanya’sında, yayın tarihi ve yeri düşünüldüğünde 1940’lar Türkiye’sinde Yahudi bir kadına aşık olmuştur. Üstelik kadın ressamdır ama bir barda çalışmaktadır. Hem de feministtir. Erkekler dünyasının hegemonik değerlerine karşı çıkmakta, hiçbir erkeğin boyunduruğu altında yaşamak istememektedir. Raif Efendi’yi kahramanlaştıransa aşık olduğu kadını değiştirmeye çalışmaması, onu ve dolayısıyla da okuyucusunu yargılamaması, başka biri gibi olmaya zorlamamasıdır.
***
Çoğumuzun bugün bile başaramadığı bir şeyi başarır Raif Efendi. Karşısındakinin tercihlerine mutsuzluğu pahasına saygı duymanın, ahlak üstü bir dille sevgisini yaşamanın mümkün olduğunu gösterir hepimize. İçinde var olduğu toplumun değerlerini sorgulamaz, okuyucusunu ahlaki ve siyasi seçimler yapmaya yöneltmez. Onu, anlatımının akışıyla yakalar. Bu yüzden de zaman, mekan ve siyaset ötesi bir insandır kendisi. Ancak böylesi bir kişiliğin ödemesi gereken bedeli de öder. Yazarının gölgesinde kalır Raif Efendi yıllar boyunca.
Herkes Sabahattin Ali’den, onun kişiliğinden, siyasi kimliğinden, öldürülmesinden bahseder. Kürk Mantolu Madonna’nın nasıl yazıldığı, ilk kez nerede yayınlandığı konuşulur. İçindeki aşk vurgulanır. Oysa Raif Efendi Paul Auster kahramanları gibi yazarından bağımsız bir hayatı olmayı hakkeden, zaten olan da bir insandır. Silik görünen güçlü kişiliği okuyanlarının zihninde yaşar yıllarca. Hem de kendine hayat veren yazarının ağırlığına, sevdiği kadının cazibesine, ailesinin ve patronunun baskısı altında eziliyor olmasına karşın.
***
En önemli sorunu kendimizi onunla özdeşleştirmek istemememizdir. Ne de olsa aklımızdaki kahramanlar farklı türdendir. Vururlar, kırarlar, bağırırlar. Toplumu ve siyaseti değiştirmek, güçsüzlüğümüzü hissetmememizi sağlamak için çalışırlar. Raif Efendi ise kırılgan ve itaatkârdır. Belki ahlak üstü tutumunu, toplumsal aşkınlığını da içimize sindiremiyor olabiliriz. Ama yine de Raif Efendi çevirdiğimiz her sayfada karşımızdadır. Hiç hissettirmeden bize hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini anlatmaktadır.
***
Okumadıysanız mutlaka okuyun, Raif Efendi’yi anlamaya çalışın derim. Bazen gerçeklikten kaçmak, başkalarının kurguladığı dünyaların içine sığınmak da gerekiyor. Her gün siyaset, şiddet ve terörü takip etmek, takip etmek zorunda olanları bile bunaltabiliyor. Onları hiç uzmanı olmadıkları bir alanda yazmaya sevk ediyor. İyi mi oluyor, kötü mü oluyor bilmiyorum ama bana bazen nefes alma imkanı veriyor. Siz de deneyin, kendinizden biraz olsun uzaklaşın…