Soğuk Savaş gibi dünya siyasetindeki fay hatlarının kesin çizgilerle belli olduğu dönemlerde görece güçsüz ülkeler açısından pozisyon almak, çıkar ve beklentilerini aldıkları pozisyonla korumak daha kolaydır. Her zaman her istediklerini elde edemeseler de pazarlıklarını büyük devletler arasındaki rekabet üstünden yaparlar ve çoğunlukla da bu rekabetten kazançlı çıkarlar.
Ne de olsa parametreleri belli, davranış kalıpları kestirilebilir bir düzen içinde yer almakta ve siyaset yapmaktadırlar. Taraf değiştirmeye kalkmadıkları takdirde mükafatlandırılırlar, hatta taraf değiştirmeye kalkmaları halinde bile pazarlık edebilirler, istek ve beklentilerini üyesi oldukları ittifakın hegemonik gücüne kabul ettirebilirler.
***
Ancak büyük devletler arasındaki rekabetin tıpkı 1989 sonrasında olduğu gibi flulaşması, ideolojik içeriğini kaybetmesi ittifak içi pazarlığın hem jeopolitik üstünden yapılmasını zorlaştırır, hem de bilinmezlerin sayısını arttırır. Soğuk Savaş ya da soğuk savaşlar sonrası dünya daha az kestirilebilir bir dünya olur.
Yine de eğilimleri okumak, beklentileri tahmin etmek, dolayısıyla da ona göre bir politika geliştirmek, dünya siyasetinde bir şekilde pozisyon almak mümkündür. Mesela baba Bush’un Kuveyt krizi karşısında hangi politikayı izleyebileceğini, oğul Bush’un 11 Eylül sonrasında neler yapabileceğini kestirip ona göre durum değerlendirmesi yapabilirsiniz.
Benzeri Clinton ve Obama yönetimleri için de geçerlidir. Niyet okuyabilir, sizden neler bekleyebileceklerini, hangi konularda pazarlık etmeniz gerektiğini tahmin edebilirsiniz. Dünya görüşleri, biyografileri, birlikte çalıştıkları insanlar, zamanın ruhu, düşünce kuruluşları ve Amerika’nın genel çıkarları tahminde bulunabilmeye imkanı sağlar.
Senato-yönetim aritmetiği, ülkenin bilinen dış politika öncelikleri, dünyadaki güç dengeleri devletlere de, gözlemcilere de yardımcı olur. Ülke içi tartışmaları takip ederek analizinizi doğru bir şekilde yapabilir, hepsinden önemlisi de kendinizi dünya siyaset sahnesinde elinizden geldiğince, daha doğrusu çıkarlarınız ve beklentileriniz elverdiğince doğru konumlandırabilirsiniz.
Aslında aynı şeyi Trump için de söylemek mümkün. Onu biraz takip edince neyi, ne derece önemsediğini, neler yapabileceğini anlayabiliyorsunuz. Müslüman çoğunluklu ülkelerden gelenlere koyduğu keyfi vize ambargosu, Meksika sınırına duvar talebi, ticarete tahdit koyma çabaları, büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, İran’la 2015’de varılan uzlaşmayı öldürme arzusu sürpriz değil.
Bunların çoğunu önceden kestirebilmek ve pozisyon almak olası, ki alınıyor da. Ama öyle kararları ya da kararsızlıkları var ki onlar konusunda bir şey yapmak, bir pozisyon belirlemek, ABD’ye güvenerek hareket etmek çok zor. Çünkü Trump aynı konuda günden güne, saatten saate değişen kararlar alabiliyor. Bir gün ak dediğine ertesi gün kara diyebiliyor. Birisini bir gün yerip ertesi gün övebiliyor.
Mesela Kuzey Kore lideriyle önce buluşuyorum, sonra buluşmuyorum, bir sonraki gün de belki buluşuyorum diyebiliyor. Evet, Kuzey Kore bizden çok Japonya’nın, Güney Kore’nin sorunu. Bu konuda yaptığı açıklamalar, benimsediği politikalar onları doğrudan ilgilendiriyor. Nükleer bir savaş çıkmadığı, küresel bir kriz yaşanmadığı sürece Kuzey Kore her anlamıyla bizden uzak.
Trump Kuzey Kore’ye ilişkin tutumunda istediği kadar tutarsız ve öngörülemez olabilir. En kötü olasılıkla bu konuda pozisyon almayız, olur biter. Fakat bu konudaki tutumu aynı zamanda kendisinin siyaset yapma biçimine, daha doğrusu öngörülemezliğine işaret ediyor. Bu öylesine bir öngörülmezlik ki en yakınlarındakiler dahi ne diyeceğini, nasıl davranacağını kestiremiyor. Basın sözcüsünün sabah yaptığı açıklamayı akşam yalanlayabiliyor.
Foreign Policy’nin web sayfasında Shelbie Bostedt’in yazısını okumanızı öneririm. Bostedt makalesinde Trump’ın Kuzey Kore’ye ilişkin söyleminin ve politikasının seyrinin kronolojisini çıkartmış, sözcüsünü nasıl yalanladığını aktarmış. Dünkü New York Times da Trump’ın bu tutarsızlıklarının ABD’nin Asya’daki müttefiklerinde doğurduğu rahatsızlığı anlatan bir haber var. Gerçekten de müttefikler rahatsız. Ama sadece Asya’da değil, dünyanın her yerinde.
***
Türkiye de rahatsız. Hem ikili ilişkilerinin seyrinden, hem de yakın coğrafi çevresine ilişkin Trump yönetiminin izlediği politikalardan. Müttefikiz ancak müttefikimiz müttefik gibi davranmıyor. PYD/PKK konusunda hala müzakere ediyoruz. Pek çok sorun çözülebilmiş değil. Diğer alanlardaki belirsizlikler, siyaset yapma biçimindeki tutarsızlıklar, bakış açılarındaki inişler çıkışlar da belli ki bizi yoruyor.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Diplomasinin dili, üslubu bile değişti. İttifaklar sarsılıyor, dünya düzenin temel normları konusunda şüpheler doğuyor. Trump öngörülmezliğiyle istikrarsızlığa davetiye çıkartıyor. Diğer yandan da olağandışı esnekliğiyle, ticari hayatındakine benzer tutumuyla pazarlık yapmaya alışık olduğumuzun ötesinde açık olduğunu gösteriyor. Güvenmemek kaydıyla konuşmak, konuşmayı sürdürmek gerek...