Bu sorunun kolay bir cevabı yok. Ahlaken tabii ki insan hayatı ama yaşadığımız pratiğe bakarsanız para önemli. Hayat bizimse insan diyoruz, başkasınınsa parayı daha fazla önemseyebiliyoruz. Bazen denge kurduğumuz da oluyor ancak dünyanın düzeni parayı ön plana çıkartmamıza, insan hayatını görmezden gelmemize yol açıyor. İkilemlerle karşılaşmamak, zor sorulara cevap aramamak için de tali tartışmalara sığınıyoruz. Para olmazsa refah olmaz, insanlık olduğu yerde durur, yaratıcılık körelir diyoruz.
Bana öyle geliyor ki Adam Smith ile başlayan, piyasanın görünmez elinin tüm sorunlarını çözeceğine inanan anlayış şu veya bu şekilde varlığını sürdürdükçe; Weber’in Protestan ahlakıyla kutsadığı kalkınmacı, ilerlemeci, başarıyı eylemin ahlaki değeri yerine kazanılanın miktarında gören zihniyet yapısı var oldukça böyle düşünmeye, parayı hayatın önünde görmeye devam edeceğiz. Marx’a ve Marksistlere de fazla umut bağlamayalım. Onlar yenileli çok oluyor.
* * *
Yani, yazının başlığındaki soruna kökten çözüm bulmamız zor. Fakat tek tek olaylar karşısında çözüm bulmak görece daha kolay. Mesela aşı söz konusu olduğunda insan hayatı için kazandığımız, kazanacağımız paranın bir kısmından vazgeçmek olası. Forbes’e göre kişisel serveti Kasım 2020 itibarıyla 4.4 miyar doları bulan Türkiye kökenli bir akademisyenin eşi ve ekibiyle birlikte geliştirdiği aşıyı tek bir şirket yerine başka şirketlerle de paylaşmayı düşünmesi teorik ve hatta pratik olarak mümkün. Benzeri Pfizer ve diğer ilaç şirketleri için de geçerli.
Çünkü Foreign Affairs’de Tahir Amin’in yazdığı gibi dünyanın en fakir 29 ülkesinden sadece birinde, Gine’de Kovid-19 aşısı yapılmaya başlanmış, onda da ancak 55 kişi aşılanmış. Dünya nüfusunun yüzde 14’ünü oluşturan Avusturalya, Kanada, Birleşik Krallık ve ABD ile AB dünya aşı üretiminin yarısından fazlasına ipoteğini koymuş. Gelişmekte olan, Küresel Güney metaforuyla adlandırılan ülkelere aşının ulaşması 2023 yılını bulabilecekmiş. WHO’ya (Dünya Sağlık Örgütü) göre bunun küresel ekonomiye maliyeti 9.2 trilyon doları geçecekmiş.
Yazıda insani maliyeti verilmediği için tahminde bulunmak istemiyorum fakat milyonlarla ölçülebileceğini söylemek abartı olmaz. Amin bu zayiatı, o öyle demese de insan hayatını ikinci plana atan para kazanmayı ön plana çıkartan anlayışı “Fikri Sınai Mülkiyet Haklarına” bağlıyor. WTO (Dünya Ticaret Örgütü) bünyesinde geliştirilen TRIPS diye bilinen rejimin değişmesini destekliyor. Anlattığına göre geçtiğimiz yıl Ekim ayında Hindistan ve Güney Afrika tarafından başka ülkelerin de sponsorluğuyla bu amaçla bir öneri gündeme getirilmiş, 100 kadar ülkenin de desteğini almış.
Fakat başta Pfizer olmak üzere pek çok şirket ve devlet bu öneriye karşı çıkmış. Kimileri “saçmalık” demiş, kimisi de daha ulvi argümanların arkasına sığınmış. En mantıklı gibi görünen “Üçüncü Dünya’nın bilgisi ve imkanları yetmez” iddiasını da Tahir Amin yazısında çürütmüş. AIDS virüsü dünyayı yakıp yıkarken yıllık 10 bin dolara mal olan ilaç tedavisinin nasıl düştüğünü, Hindistan kökenli Shantha şirketinin Hepatit B aşısının fiyatını 1 doların altına nasıl çektiğini aktarmış.
Amin TRIPS rejimi içinde var olan zorunlu lisans transferi istisnasının da zaman tüketen hukuki bir prosedürü olması yüzünden işe yaramayacağını vurguluyor. Onun talebi aşı üretebilme yeteneğine sahip olan 13 şirketin hepsinin, özellikle de Batı menşeli 10 şirketin biraz daha az para kazanmayı göze alarak teknolojilerinin başkalarıyla da paylaşmaları, WHO bünyesinde kurulan sisteme katkıda bulunmaları yönünde. Tahir Amin paradan vazgeçmeyin, biraz daha azına razı olun diyor.
* * *
Olurlar mı derseniz, ben şimdilik hayır derim. Onlar büyük bir olasılıkla kendi hinterlantları, doğal pazarları doyana kadar bekleyecekler, Çin, Rus, Hint ve belki de Türk şirketlerinin piyasa payı almaya başlamasıyla birlikte “insani jestlerini” gösterecekler, lisanslarını ancak o zaman paylaşmayı kabul edeceklerdir. Ne de olsa sadece Pfizer-BionNTech ve Moderna için 32 milyar dolar tutan bir yıllık satış imkanından, üretimlerini arttırabildikleri oranda büyüyecek bir talepten söz ediyoruz. Durum diğer şirketler için de farklı sayılmaz.
JAMA Network’de yayınlanan bir araştırmaya göre 2000-2018 yılları arasında dünyanın önde gelen 35 ilaç şirketinin kümülatif kazancı 11.5 trilyon doları, brüt karı da 8.6 trilyon doları bulmuş. İlaç şirketleri biz hastalandıkça para kazanmış, inanılmaz ölçüde büyük kaynakların hissedarlarının hesabına aktarılmasını sağlamış. Bana Pandemi fırsatını sanki kaçırmazlarmış gibi geliyor. Yine de yanılıyor olma beklentisi ve bu kez insanlığın paranın önüne geçmesi temennisiyle iyi, huzurlu ve sağlıklı bir Pazar günü dilerim…