Yazılarımı takip edenler bilir, kendi güvenliğini ve esenliğini doğrudan tehdit etmeyen sorunlar karşısında Türkiye’nin tarafsız kalmasını, duygularıyla ve dürtüleriyle değil aklıyla, mantığıyla hareket etmesini, durum tespiti ötesine geçip çareler üretmesini, sorunlar yerine çözümlerle anılmasını, elindeki imkanları kullanmasını istemiş, beklemiş ve desteklemişimdir.
Vurgulamaya çalıştığım ikinci nokta da Türkiye’nin insan haklarına saygı duyması, hukukun üstünlüğünü sağlaması, AİHM kararlarına hassasiyet göstermesidir. İkinci beklentim ne zaman karşılanır tahmin etmem zor ama Cuma akşamı TRT1’de Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ı dinlerken ilkinin karşılandığı düşündüm, kendi adıma da, ülkem adına da sevindim.
Umarım Fidan’ın önce Büyükelçiler Konferansı konuşmasında, sonra Insight Turkey dergisinin sayfalarında, Cuma akşamı da TRT’de sergilediği sakin ve akılcı duruş kalıcı olur, tüm iktidar bloğu tarafından benimsenir. Türkiye tıpkı Ukrayna savaşında olduğu gibi Gazze ve diğer sorunlar karşısında da şartları dikkate alan rasyonel çözümler üretmeyi, önermeyi sürdürür.
Çünkü bizim yangınlara körükle gitmeye, çatışmaları tırmandırmaya, acıları çoğaltmaya değil dindirmeye, sorunlara çözüm üretmeye ihtiyacımız var. Çevremizde hem yeterince çok sorun hem de bu sorunlar üstünde jeopolitik sörf yaparak onları tırmandırmaktan kaçınmayan devletler, örgütler mevcut. Birilerinin biraz sağduyulu olması gerekiyor.
İsrail’in 7 Ekim saldırısını siyasi fırsata çevirmeye, Filistin sorununu Gazze üstünden çözmeye, Mısır’a ihraç etmeye çalıştığı, Mısır’ın ise politik hassasiyetini insani talepleri baskılayarak koruduğu, mal geçişine evet ama sığınmacı geçişine hayır dediği, İran’ın İsrail ve Amerika’yı batağa nasıl saplarım diye planlar yaptığı bir ortamda bize gerçekten ihtiyaç var.
Amerika İsrail olsun da ne olursa olsun derken, Scholz Alman tarihinden metaforik alıntılarla yetinirken, Sunak neredeyse şartsız desteğini tekrarlarken, Komisyon Başkanı Von der Leyen temsil ettiği kurumu tarafından bile tartışmalı bulunan açıklamalar yaparken, Rusya ilgi odağı olmaktan çıkacağına sevinirken, Ukrayna desteği kesilecek diye üzülürken birilerinin Filistinlileri düşünmesi şart.
Dışişleri Bakanı Fidan’ın da söylediği gibi ne İsrail’i telin etmekle, ne de Amerika’nın umduğu gibi anlık “zaferlerle” bu sorun çözülüyor. İbrahim Anlaşmaları da sorunun unutulmasına yol açmıyor. Orantısız baskılar günün birinde, bazen dışarından gelen telkin ve teşvikle, bazen de kendi içinde alınan kararlarla sorunların patlamasına, her seferinde daha büyük krizlerin yaşanmasına neden oluyor.
Çoğumuz farkında olmasak da yaşadığımız krizin boyutu da, riski de büyük. Sadece Gazze’de, Batı Şeria’da ve İsrail’de masum insanlar ölmekle kalmıyor, savaş bölgeselleşme, hatta küreselleşme ihtimali taşıyor. Dün gerçekleşen Kahire’dekine benzer toplantıların sorunun yönetimine ne kadar katkıda bulunacağı da şüpheli. Hafife almak ya da önemsizleştirmek için söylemiyorum fakat bana bu kadar birbirine benzemezin olduğu yerden ancak nutuk çıkar gibi geliyor.
Oysa Lübnan’da Hizbullah, Suriye ve Irak’ta Haşdi Şabi, Yemen’de Hutiler’in her an soruna daha da aktif bir şekilde taraf olma olasılığı hiç hafife alınamayacak düzeyde. Hizbullah zaten çatışmanın şimdiden tarafı, sınırda süren gerilimin topyekun bir savaşa dönüşmesi an meselesi. Amerika geçtiğimiz günlerde Yemen’den atılan ve muhtemel hedefi İsrail olan üç balistik füzenin bölgedeki savaş gemileri tarafından düşürüldüğünü açıkladı.
Bu örgütlerin içinde bulundukları ülkelerden ayrı düşünülemeyeceğini, savaşın sıçrayıp bölgesel bir boyut kazanabileceğini, içine İran’ı ve belki başka ülkeleri de çekebileceğini söylemek sanırım kehanet olmaz. Akdeniz’deki caydırıcı Amerikan filosunun soruna taraf olmasının yaratacağı komplikasyonlar için ise bu köşenin sınırları yetmez.
Unutmayalım ki, Amerika uğruna İsrail’le iyi geçinmeyi kabul eden Arap ülkelerinde sokaklar karıştı. Arap ve Müslüman dünyanın kolektif hafızasından çıktığı sanılan Filistin sorunu İsrail’in savaş suçuna varan orantısız tepkisi ve Biden’in her açıdan talihsiz ziyaretiyle yeniden gündeme oturdu. Bence bundan sonra Suudi-İsrail yakınlaşması da kolay olmayacak, Muhammed Bin Selman dahi halkının beklentilerini dikkate almak zorunda kalacak.
Bu tür fırsatlarla kendilerine nam yapmaya, Amerika’nın yeni George Kennan’ı, Zbigniew Brzeznski’si olmaya aday kanaat önderlerinin yazdıkları ve söyledikleri de başlı başına tehlike arz ediyor. Fırsattan istifade İran’ın cezalandıralım, Çin’i İran petrolünden yoksun bırakalım, Suudlara hadlerini bildirelim denerek savaşın yayılmasına, hatta küreselleşmesine düşünsel zemin hazırlanıyor.
Batı bloğu içinde de çatlaklar oluştu. Brezilya’nın sponsorluğunda Fransa’nın desteklediği ateşkes kararı Güvenlik Konseyi’nde sudan gerekçelerle Amerika tarafından reddedildi. Belli ki Fransa alındı, Amerika İsrail’e fırsat tanıdığına inandı. Üstüne üstelik de durumdan vazife çıkartan fanatizm Amerika’da küçük bir çocuğu Müslüman olduğu için öldürürken, Belçika’da belki de Filistin’i destekleyen İsveçli turistleri hedef aldı.
Bu çılgınlığa, toplu hezeyan haline dur demek şart. O da ancak olaylara üstünden bakmak, bir adım geri çekilip nasıl bir çözüm bulunabilir, Filistin sorunu en iyi ne şekilde yönetilebilir demekle mümkün. Aksi takdirde bu sarmal sürüp gidecek, intikam hırsı hiçbir tarafta bitmeyecek. İnsanlar ölecek, savaşlar büyüyecek, ülkeler ve bölgeler istikrarsızlaşacak. Bundan biz de dahil hepimiz, tüm dünya bir şekilde etkilenecek…