Sovyetler Birliği’nin son Devlet Başkanı, daha da önemlisi Komünist Partisi Genel Sekreteri Mikhail Sergeyeviç Gorbaçov pazartesi günü tedavi gördüğü hastanede 91 yaşında öldü. Dün yapılan devlet töreniyle de eşi Raisa’nın yanına, rakibi Yeltsin’in ise yakınına gömüldü.
Ülkesi dışında hemen her yerde ve neredeyse herkes onu övdü, yaptıklarından dolayı bir kez daha kutsadı. Soğuk Savaş’ın sona ermesindeki rolünden bahsedildi. Glasnost ve Perestroyka kavramları derin saygı ve sempatiyle anıldı.
Ülkesindekiler onu çok övmedi ama belli ki sevdi, kendisine atfedilen hataları dahi anlayışla karşıladı. Aksi takdirde böylesi bir tören düzenlenmez, cenazesinin önünden bunca insanın geçmesine izin verilmezdi.
Tarihin onu ileride nasıl tanımlayacağını bilmiyoruz. Bugün ortak anlatı Soğuk Savaşı bitiren insan olduğu yönünde. Her iki taraftan da bakanlar bunu Varşova Paktı ile Sovyetler Birliği’nin çöküşü, iki Almanya’nın birleşmesi olarak görüyor. Ancak bir taraf sevinirken, diğer taraf üzülüyor.
Bir taraf Gorbachov’un 1980’lerin ortasında başlattığı sürecin bitmediğine, daha çok eski Sovyet Cumhuriyeti’nin AB ve NATO’ya katılması gerektiğine inanırken, hatta Ukrayna üstünden Rusya Federasyonu’nu yormayı ve mümkünse parcalamayı hayal ederken, diğeri Soğuk Savaş’ın bu şekilde sona ermesini jeopolitik felaket diye kabul ediyor.
Artık çok az siyasetçi, bir o kadar da az yorumcu Gorbaçov’un Soğuk Savaş’ın sonunu nükleer ve konvansiyonel silahsızlanma ile getirdiğinin idrakinde. Günümüzde çok az insan onun 1985 yılında bir grup Fransız gazeteciyle konuşurken gelişi güzel söylediği, sonra kavramsallaştırdığı “Ortak Avrupa Evi” tanımını hatırlıyor.
Soğuk Savaş’ın sonunun Sovyetler Birliği’nin çöküşünden çok önce geldiğini, 1990 Kasım’ında Paris Şartı’nın ve AKKA antlaşmasının gerçek dönüm noktası olduğunu unuttuk. Nükleer silahların sıfırlanması, o da olmuyorsa sınırlanması, konvansiyonel güçlerin hazırlık durum ve mevzilerinin denetlenmesi gibi konular geçmişte kaldı. AKKA da bitti, Soğuk Savaş’taki dehşet dengesini koruyan ABM Antlaşması da sona erdi.
8 Kasım 1987’de imzalanan, karada konuşlu orta menzilli balistik ve seyir füzelerini yasaklayan INF Antlaşması da şu sıralarda ne Rusya’nın ne de ona karşı konuşlanmış AB ve ABD’nin gündeminde.
2019’da Çin gerekçesiyle antlaşmayı fes eden Amerika Gorbachov dendiğinde onu sadece ülkesi için yaptığı reformlarla hatırlıyor.
Oysa bugün Ukrayna ve onun dünya savaşına neden olabilecek tırmanma potansiyeli yüzünden Gorbaçov’u bizim daha farklı bir şekilde anmamız ve anlamamız gerekiyor. Belki Sovyetler Birliği’nin çöküşünü ona mal etmek yerine darbe yapan derin devletine bakabilir, daha da önemlisi zamanın Rusya lideri Yeltsin’in siyasi ihtiraslarından başlayabiliriz.
Oradan başlamasak, başlayamasak bile 1980’lerin ortalarında Gorbaçov’un ısrarla ve her fırsatta dillendirdiği nükleer savaş riskinin şu an çok daha güçlü bir şekilde var olduğunu, Avrupa için ortak bir ev, yeni bir AGİK/AGİT kurulamasa dahi yeni bir stratejik denge oluşturulması gerektiğini düşünmeye çalışabiliriz.
Bunun için de Ukrayna’daki savaşın tercihan bitmesi ya da en azından durmasının şart olduğu söyleyebiliriz. Gorbaçov’u timsah gözyaşlarıyla anmaktan, sloganlaştırılmış başarıları ya da başarısızlıklarıyla özdeşleştirmektense, Soğuk Savaş’ı bitirmek için harcadığı cabalarıyla hatırlayabiliriz.
Ben ölümü duyar duymaz, daha doğrusu taziye mesajlarını görür görmez 1996 Bantam Books baskısı hatıratını raftan indirdim, bazı bölümlerini yeniden okudum, özellikle de Sovyetler Birliği’nin çöküşüne giden yolda onun yaptıklarını ve yapmadıklarını daha iyi anlamak için çaba harcadım.
Eğer vaktiniz varsa ve ilginizi çekerse Gorbaçov’un hatıratını siz de okuyun derim. Ne de olsa geçmiş hiç bir zaman geçmişte kalmıyor, bugünü de şekillendiriyor. Ayrıca ilk baskısı 1995’de Almanya’da yapılan ve daha sonra Türkçe dahil pek çok dile çevrilen hatıratta Gorbaçov dışında Reagan, Mitterand, Thatcher gibi liderler, dönemin önemli olayları var.
999 sayfalık kitapta Türkiye yoksa da bugününü şekillendiren, dünyaya bakışını belirleyen koca bir tarih anlatısı, bize yeni bir dünyanın kapılarını aralayan siyasi tektonik sarsıntının arka planı mevcut. Benzeri tüm hatıratlar gibi tek taraflı ve tabii ki ben merkezli. Diğer yandan zengin ve Ukrayna’daki savaş yüzünden de güncel. Üstelik ders dolu. Galiba biraz da ütopik…