Bugün niyetim Moskova’da yapılan üçlü deklarasyonu ele almak, deklarasyonun bazılarının iddia ettiği gibi teslim anlamına gelmediğini vurgulamak, insani boyutundan söz etmekti. Atıfta bulunulan BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına ve Viyana Mutabakatına değinmeyi, muhtemel barış anlaşmasının dayanabileceği hukuki zemini tartışmayı planlamıştım. PKK/PYD ismen içinde yer almasa da aslında üçlü deklarasyonun kapsama alanına girdiğini yazacaktım.
Ama cuma günü elime geçen NATO’ya bağlı Teröre Karşı Savunma Mükemmeliyet Merkezi’nin (COE-DAT, Ankara) yıllık dergisi Defence Against Terrorism Review’ın (DATR, Terörizme Karşı Savunma İncelemeleri) son sayısındaki bir makale planlarımı değiştirmeme yol açtı. Çünkü bu makalede yazarlar (Andrew Self ve Jared Ferris) PKK, PJAK ve PYD’nin aynı örgüt olduğunu, aynı merkezden yönetildiğini, sadece taktik özerkliğe sahip bulunduğunu anlatıyor.
***
Self ve Ferris, PKK’nın Türkiye’deki silahlı kanadı olan HPG ile Suriye’deki silahlı kanadı olan YPG arasında geçişkenlik olduğunu, büyük ölçüde örgütün kendi web sayfasında verdiği ölüm ilanları üstünden doğum ve katılım yerlerine bakarak göstermiş. Bulguları, YPG’nin HPG’ye, HPG’nin YPG’ye katkıda bulunduğunu, güç kaydırmalarının Kandil’den yönetildiğini destekliyor.
Ölü İnsanlar Yalan Söylemez (Dead Men Tell No Lies: Using Killed-in-Action (KIA) Data to Expose PKK’s Regional Shell Game) başlıklı makalede yazarlar doğal olarak PKK-PYD ve PKK-PJAK ilişkisi hakkında yapılmış diğer akademik çalışmalardan ve Uluslararası Kriz Grubu gibi merkezlerin gerçekleştirdiği araştırmaların verilerinden de yararlanmışlar.
Onlara göre Türkiye’nin “PKK ile PYD aynıdır” tezinin tartışılacak bir tarafı yok. Tartışılması gereken ABD’nin ve diğerlerinin nasıl olup da terörist saydığı bir örgütün yan koluna bu kadar rahat bir şekilde askeri yardımda bulunabildiği. Açıkça söylemeseler de, ima ettikleri asıl sorun devletlerin iki örgüt arasındaki bağlantıyı bildikleri halde bilmezden gelmeleri.
***
Doğrusunu isterseniz yazarları tanımıyorum, kim olduklarını tam olarak bilmiyorum. Cuma günü Ankara’daki Mükemmeliyet Merkezi’ni aradığımda da derginin editörüne ulaşamadım. Web taramasından birinin ABD ordusunda yüksek lisans yapmış bir asker, diğerininse data toplamada uzman olduğu sonucuna vardım.
Eğer benim tespit ettiğim kimlikleri doğruysa, çalışmaları siyasi ve tabii ki diplomatik açıdan çok daha fazla önem kazanıyor, Türkiye’nin bu verilere dayanarak Trump yönetimini ve diğer ülkeleri PKK-PYD ilişkisi konusunda ikna etmesini çok daha kolaylaştırıyor. Kaldı ki yazarlar bambaşka insanlar olsa da sonuç değişmiyor. Nihayetinde ABD ve pek çok AB ülkesi IŞİD ile savaşıyor diye terörist bir örgüte kendi yasalarına aykırı şekilde yardım ediyor.
***
Daha önceki bir yazımda böylesi bir yardımın yardım edenler açısından hukuki sonuçlar doğurması gerektiğini, Türkiye’nin bu konuda siyasi mücadele verirken hukuk mücadelesine de girişmesinin şart olduğunu yazmıştım. Şimdi bu makale ve yazarların elindeki data seti bize işbirliğinin kanıtlarını sunuyor, hukukun imkanlarını zorlamamıza yardımcı olacağa benziyor.
Bana öyle geliyor ki, Türkiye başka kanıtlar da bularak sorunu uluslararası bir mecraya ya da PKK’ya PYD üstünden yardım eden ülkelerin kendi yargı mekanizmalarına taşıyabilir. Hukukçu değilim ama eminim söz konusu ülkelerde de terörizme yardım suç teşkil ediyordur. Yardım edenler cezalandırılamasa bile açılacak davalar bundan sonra yardımda bulunacakları caydırıcı nitelikte olacaktır.
Daha da önemlisi bu ve benzeri araştırmalardan hareketle başlatılacak bir kamu diplomasisi atağı Türkiye’nin işin başından beri ne kadar haklı olduğunu dünyaya gösterecektir. IŞİD ile savaşının bu denli ivme kazandığı, Türkiye’yi kimin kaybettiğinin yeniden tartışıldığı bir dönemde PKK’nın uluslararası izolasyonuna katkıda bulunacaktır…