Türkiye’deki ve dünyadaki başka bazı üniversiteler gibi biz de İstanbul Kültür Üniversitesi olarak öğrencilerimiz için mesleki geziler düzenliyoruz. Onları, Uluslararası İlişkiler Bölümü öğrencilerini, özellikle de konularına ilgi gösterdiklerine inandıklarımızı, Kıbrıs, Brüksel, Strazburg gibi yerlere götürüp öğrendiklerini akıllarında pekiştirmeye, NATO, AB Komisyonu, AİHM, Avrupa Konseyi, BM gibi kurumları görmelerini ve işleyişini daha iyi anlamalarını sağlamaya çalışıyoruz.
Dün de bu yazı yazıldıktan sonra bir başka önemli düşünce kuruluşunu, Center for American Progress’i ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaret ediyoruz. Eminim ki saat farkı yüzünden yazının kapsamı dışında kalan bu görüşmeler de verimli geçecek, öğrencilerimiz iki ülke ilişkileri arasındaki sorunlar kadar, iki ülkeyi birbirine yakınlaştıran bağların da önemini kavrayacak. Eşlik eden hocaları olan bizler de onlara aktarılan bilgilerden ve onların sorduğu sorulardan yararlanacağız. Bana öyle geliyor ki, sadece bulundukları mekanın havasını solumak bile onlara iyi geliyor.
***
Umuyorum ki Türkiye’deki diğer üniversiteler de benzeri etkinlikler düzenlerler, yerli ve yabancı öğrencilerinin dünyayı anlamasını, Türkiye’nin sorunlarının farklı boyutlarını görmelerini sağlarlar. Çünkü ne yazık ki Türkiye siyasi ve ekonomik olarak değilse bile, anlayış olarak giderek artan bir şekilde içine kapanıyor, dünyanın geri kalanıyla olan duygusal bağlarını kopartıyor. Almanya Federal Parlamentosu’nun aldığı bir karar dünyaya küsmemize yol açabiliyor. Suriye’de işler ters gidince politika değiştirmeyi değil başkalarını suçlamayı seçebiliyoruz.
Oysa genç kuşakların, geleceğin Türkiye’si üstünde söz sahibi olacak insanların farklı alternatifler olduğunu görmeye, krizlerden çıkış yolları bulunduğunu anlamaya ihtiyacı var. Hep suçladıkları “ötekinin” ne dediğini, ne istediğini, nasıl düşündüğünü, siyasetini hangi beklentiler üstüne inşa ettiğini bilmeleri gerekiyor. Zaman ve koşulların elverdiği ölçüde İsrail lobisiyle de konuşmalılar, Ermeni lobisiyle de. Dışişleri bakanlıklarını da ziyaret etmeliler, düşünce kuruluşlarını da. Washington’a da gitmeliler, Moskova’ya da, hatta Abuja’ya da.
Sadece onlar değil bugünün Türkiye’sini yönetenler de aynı şekilde hareket etmeliler, krizlerden çıkış yollarını aramalılar, muhataplarıyla bıkmadan usanmadan konuşmalılar, Türkiye’nin çıkar ve menfaatlerinin aslında onların da menfaati olduğunu anlatmalılar. Unutmayalım ki kendi içimizde, kendi kendimize konuşmamız dünyayla olan sorunlarımızı çözmemize yardımcı olmuyor. Mesela, ABD-YPG ilişkisinden mutlu değilsek bağırarak, şikayet ederek sorunumuza çözüm üretemiyoruz.
***
Muhataplarımızla konuşmamız ama aynı dilden konuşmamız gerekiyor. Ayrıca sadece karşımızdakinin değil bizim de değişmemiz şart. Özellikle de imajımızın, dünyadaki algımızın değişmesi olmazsa olmazların başında geliyor. ABD’ye, AB’ye ama aslında tüm dünyaya daha demokratik, insan haklarına daha saygılı, hukukun üstünlüğüne daha fazla inanan bir Türkiye görüntüsü sunmalıyız. Yani zaten tam da öyle olmalıyız. Ne bizim ne de başkalarının Türkiye’nin demokrasisi, hukuku konusunda şüphesi kalmalı ki sorunlarımızı içeride de, dışarıda da çözebilelim…