2021 yılı Nobel Barış Ödülü biri Rus, diğeri Filipinli iki gazeteciye verildi. Norveç Nobel Komitesi adına Cuma günü yapılan açıklamada kararlar özgür, bağımsız, gerçeğe dayalı gazeteciliğin gücüne, otoritelerin suistimaline, yalanlara ve savaş propagandasına karşı ifade özgürlüğünün önemine dayandırıldı. İfade özgürlüğünün ve onun aynadaki yansıması haber alma özgürlüğünün barış ve demokrasinin güvencesi olduğu vurgulandı.
Norveç Nobel Komitesi açıklamasından ve haklarında çıkan yazılardan Maria Ressa ile Dmitry Muratov’un cesaretlerinin ve yaptıklarının azımsanmayacağı anlaşılıyor. İkisi de ülkelerindeki baskıcı rejimlere direnmişler, gerçeklerin anlaşılmasını sağlamaya çalışmışlar. Belli ki bildikleri, benimsedikleri yoldan her türlü tehdit ve tehlikeye rağmen uzaklaşmamışlar. Bu nedenler de ödüle layık görülmüşler.
***
Hak ettiklerine hiç şüphem yok. Ama ben yine de onlar yerine bir kuruma, ifade özgürlüğünü savunan bir mecraya ödül verilmesini tercih ederdim. Çünkü benzer durumda olan gazeteciler arasından emsal diye seçilmiş olsalar da doğacak tartışmanın ifade özgürlüğünden çok küresel siyasetin gereklerine hizmet etmesi, Rusya ve Filipinler’in hakları ihlal edilen gazetecilerden daha çok tartışılması olasılığı yüksek.
Oysa ifade özgürlüğü ve demokrasi hemen her yerde tehdit altında. Dünyanın 202 ülkesindeki demokrasiye ilişkin gelişmeleri 3 bin 500’den fazla uzmanla takip eden Göteborg Üniversitesi bünyesindeki V-Dem projesinin son raporuna göre ifade özgürlüğünü ihlal eden ülkelerin sayısı sürekli artıyor. 2017’de 19 olan bu sayı 2020’de 32’ye ulaşmış. Otoriter rejimler altında yaşayan dünya nüfusunun oranı da son on yılda yüzde 48’den yüzde 68’e çıkmış.
Yine aynı rapora göre toplanma özgürlüğü de ciddi şekilde sınırlanmış. Freedom House sanal ortamdaki özgürlüklerin de kısıtlandığına dikkat çekiyor. İnternete ilişkin son raporlarında geçtiğimiz yıl 20 ülkede internet kesintisi, 21 ülkede de sosyal medya platformlarına erişim engeli konduğunu, 45 ülkenin de casus yazılımlar marifetiyle vatandaşlarını takip altına aldıklarından şüphe edildiğini söylüyor.
Özgürlük kısıtlanmasında Çin, Myanmar, Belarus, Uganda gibi ülkeler dorukları işgal etse de demokratik addedilen ülkelerde bile düzenleme adı altında kısıtlamalar yapıldığı biliniyor. Uluslarası Af Örgütü ifade özgürlüğü nedeniyle AB üyesi Polonya’yı boşuna mercek altına almadı. V-Dem raporu da demokratikleşen ülke sayısında azalmaya, otoriterleşen ülke saysındaki artmaya atıfta bulunarak, 25 ülke ve dünya nüfusunun yüzde 34’üyle üçüncü dalga otoriterleşmeden bahsediliyor.
Demokrasi ve onun en temel göstergesi ifade özgürlüğü genel bir gerileme halinde. Durdurulması da pek mümkün görünmüyor. Ne AİHM/Avrupa Konseyi gibi bölgesel örgütler, ne de AB’nin kriter ve koşulları yeterli. Bunu kendi deneyimimizden zaten biliyoruz. Biden yönetiminin 9-10 Aralık tarihlerinde düzenleyeceği sanal demokrasi zirvesinden de bir sonuç çıkacağını, ABD’nin geliştirdiği inisiyatifle demokratikleşmenin ivme kazanacağını doğrusu hiç sanmıyorum.
Ülkelerin demokrasi açığı eleştirilirken seçici davranılmasının, eksiklik ve uygulamadaki sorunların siyasi nedenlerle araçsallaştırılmasının da demokratikleşmeye, ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin korumasına katkısı olmuyor. Suudi Arabistan şahsına münhasır kabul edilirken başka ülkelerin üstüne yoğunlaşılması, eleştirilmesi, hatta insani gerekçelerle askeri müdahaleye maruz bırakılması sorunun çözümünü sağlamıyor.
Jeopolitik gerilimler arttıkça demokrasi arka plana itiliyor, “güvenlik” tehdit hisseden ve tehdit karşısında müttefik arayan ülkelerin önceliği haline geliyor. Bazen göç riski, Suriye ya da Afganistan’dan Avrupa’ya akabilecek mülteci potansiyeli bizim gibi ülkelerin kendi içinde yaşadığı sorunların unutulmasına, insan haklarını önemseyenlerin kendi çıkarlarını daha fazla önemsemesine yol açabiliyor. Bazen de ticari beklentiler belirleyici olabiliyor.
Hepsinin ötesinde tarihteki en büyük ve en kapsamlı demokratikleşme dalgasının, Arap Baharı olarak adlandırılan dönemin darbelerle, savaşlarla sona erdiğini de tescil etmek gerek. Görünebilir bir gelecekte Arap coğrafyasında demokrasi talebi ya hiç olmayacak ya da olsa bile etkisi ve ağırlığı hissedilmeyecek. Dünyanın önceliği bu bölgede istikrarın sağlanmasına verilecek. Amerika Rusya’yı, Rusya Amerika’yı dengelemeye çalışacak.
***
Diğer yandan iyimser olmak için de neden çok. Samimi olmasa dahi Çin’e karşı oluşturulan, oluşturulmaya çalışılan ittifaklar zincirinin meşrulaştırıcı prensibinin demokrasi vurgusu içermesi olasılığı hayli güçlü. NATO’nun kuruluşundaki demokrasi anlatısının yeniden benimsenmesi de öyle. Ayrıca tüm eksikliklerine rağmen uluslararası örgütler yerli yerinde duruyor, demokrasiyi, insan haklarını ve insancıl hukuku korumaya çalışıyor. Hemen her devlet demokrasinin, insan haklarının önemli olduğunu biliyor.
Kaldı ki demokratikleşmenin tayin edici unsurunun dışsal faktörler olmadığını da unutmamak gerek. Bu konuları çalışanlar kimlik siyasetinden tarihi tecrübeye, ekonomik sorunlardan hak ve beklentileri ihmal edilenlerin tavrına kadar pek çok faktörü analizlerinin değişkeni olarak alıyor. Uluslararası ortam, dünya dengeleri, demokratik emsal ve motivasyonlar demokratikleşmeyi bir şekilde etkilese de asıl itici güç ülkelerin kendi içinden, kendi tecrübelerinden, kendi tarihlerinden kaynaklanıyor.
Demokrasi bir kez denendikten, görüldükten sonra da içselleştirilmesi, baskı altına alınsa bile kendini sandıkta, seçim meydanında, muhalafetin söyleminde hissettirmesi kaçınılmaz hale geliyor. Tıpkı Filipinler ve Rusya’da olduğu gibi Türkiye’de de, demokrasinin zorlandığı, ifade özgürlüğünün engellendiği diğer ülkelerde de bildiğini söylemekten çekinmeyen, eleştiri hakkını kullanmaktan kaçınmayan gazeteciler oluyor. Ne kadar eleştirirsek eleştirelim verilen her ödül de onları ve bizleri umutlandırıyor, hayata bağlıyor…