Davranışlarına bakıp eylemlerini soyutlayarak anlaşılabilir olması için basite indirgeyenler, devletlerin öncelikle varlıklarını sürdürmeye, mümkün olduğu takdirde de dünya imparatorluğu kurmaya çalıştığını söylerler.
Onları coğrafi ve siyasi anlamda genişlemekten alıkoyan karşılarına çıkan ya da çıkartılan güçtür. Bu bazen bir devlet olur, bazen bir ittifak, bazen terör örgütü, bazen de adı konmuş-konmamış yaptırımlar. Bu yüzden de siyaset sahnesindeki tüm devletler iddialarını, ihtiraslarını sınırlı tutmaya, en az maliyetle en yüksek beklentilerini karşılamaya özen gösterirler. Beklentilerini, çıkarlarını korumak amacıyla askerleri kadar ekonomilerini de güçlü tutmaya gayret ederler. Hepsinden önemlisi de taleplerinin meşruiyetini sağlamak, pazarlık etmek zorunda kalamamak, savaşmadan ve güç kullanmadan istediklerini elde etmek, elde ettiklerini de korumak için yumuşak güçlerini arttırırlar.
Denge genellikle orta noktada bulunur, herkes her istediğini elde edemese de güçlü olan çoğunlukla kazançlı çıkar. Ancak güç kolay tanımlanabilen, para gibi her yerde tahvil edilebilen bir menkul kıymet değildir. Bazen tankınız, topunuz, tüfeğiniz çok olur ama başarıya yine de ulaşamazsınız. İkna kabiliyetiniz, beklentilerinizi paketleyebileceğiniz bir meşruiyet zemininizin olması, muhataplarınızın sadece yaptırımlarınızdan değil yanlarında olmamanızdan da çekinmesi gerekir.
***
Tüm bunlar Türkiye için de geçerlidir. Türkiye’nin de mesela Doğu Akdeniz’deki beklentileri karşılamak için hedeflerini sınırlı tutmasında, Libya’da topyekûn bir askeri çözüm yerine siyasi çözümü öncelemesinde yarar vardır. Türkiye Ulusal Mutabakat Hükümeti ile kurduğu özel ilişki sayesinde Doğu Akdeniz’de geniş bir Münhasır Ekonomik Bölge elde etmiş, verdiği askeri destekle iç savaştaki dengeleri değiştirmiştir. Bundan sonra yapması gereken kazanımlarını konsolide etmektir.
Mısır Arap Cumhuriyeti ile Libya’da karşı karşıya kalmak, sonucu deniz ve belki hava savaşına kadar varabilecek bir süreci başlatmak Türkiye’nin de Mısır’ın da çıkarına olmayacaktır. Türkiye Libya’ya bölgesel hegemonya ya da Mısır’la savaşmaya değil Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını korumaya gitmiştir. Bu çıkarların korunabildiği optimum noktada şimdilik kaydıyla dahi olsa durmak en doğru “politika” olacaktır. Buradaki hassas nokta geri adım değil durmak, bulunulan konumu, kazanımları konsolide etmektir.
Ürdün’ün arabuluculuk teklif etmesi, İtalya ve Malta’nın Türkiye’nin yanında yer alması, Rusya ile Libya’da da olan ilişkilerin hala yönetilebilir olması, ABD’nin giderek daha fazla Türkiye’nin konumuna yaklaşması, Fransa’nın askeri anlamda geri adım atması hem kazanımların konsolide edilmesi, hem de Türkiye’nin Libya’daki varlığının meşruiyetinin teyidi için fırsatlar yaratmaktadır. Tırmanma, Mısır’la çatışmak zorunda kalmasa bile, Türkiye’nin çıkar ve beklentilerine yarardan çok zarar verebilir.
***
Türkiye zaten bundan önce de pek çok yerde ve konuda sınırlı hedefleri, amaçları gerçekleştirmek için politika geliştirmiş, maksimalist retoriğine rağmen müdahalelerini sınırlı tutmuştur. Pazartesi günü 46’ıncı yılı kutladığımız Kıbrıs müdahalesi, geçtiğimiz yıllarda gerçekleştirdiğimiz Suriye müdahaleleri sınırlı kapsamlı girişimlerin en bariz örnekleri arasındadır. Kıbrıs’ın ya da Suriye’nin tamamı değil bir kısmı hedeflenmiş, diplomasiye ve meşruiyet zeminine her zaman önem verilmiştir.
Libya’da da farklı bir pozisyon sergilenmesi beklenemez. Yine de ihtiyatlı olunmasında, daha da önemlisi bizim için de, dünya siyaseti açısından da önemli olan Mısır’la ilişkilerin normalleşmesi amacıyla bu krizin fırsata çevrilmesinde fayda olabilir. Mısır’la barışan, konuşan bir Türkiye bölgesinde çok daha güçlü ve etkili olacaktır. Unutmayalım ki dünya siyasetinde kalıcı dostluklar olmadığı gibi kalıcı düşmanlıklar da yoktur. Örtüşen ya da çatışan çıkarlar vardır.
Türkiye isterse çıkarlarını Mısır’la da örtüştürebilir. Eş zamanlı olarak da Kıbrıs’ta olduğu gibi Almanya ya da başka bir ülke aracılığıyla donmuş sorunlarına yeni parametreler üretebilecek çabaları destekleyebilir, yumuşak gücünü ve ikna kabiliyeti arttırmak için insan hakları ve demokrasi alanında görünür, anlaşılabilir adımlar atabilir, Ayasofya’nın ibadete açılmasını Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılışıyla dengeleyebilir…