ABD ile Türkiye arasında muhtelif nedenlerle gergin olan ilişkiler Trump yönetiminin müeyyide uygulamaya başlamasıyla iyice gerildi. Henüz kopma noktasında olduğunu söyleyemesek de tırmanmanın sürdüğü gerçek. ABD tarafı görünen o ki serbest bırakılmasını önkoşul olarak gördüğü Rahip Brunson sorunu çözülmeden tırmanmayı durdurmayacak, diğer konuların müzakeresini yapmayacak.
Umarım Türkiye bu krizin yönetimini en akılcı şekilde sürdürür, inisiyatifi kendi siyasi geleceği için bırakın bizi, en yakın müttefikine bile zarar vermeye hazır Trump yönetimine terk etmez. Ankara bir yandan yeni ittifaklar, dostluklar ve yapılar ararken, diğer yandan da sorunlarının çözümü için yeni teşebbüsler geliştirir, yaratıcı tasarruflarda bulunur.
***
Ben umutluyum. Türkiye’nin direnç ve iradesiyle bu krizi en az zararla atlatacağına inanıyorum. Ancak bu krizi ve ona neden olan sorunları çözsek dahi yenilerinin bizi beklediğine, ikili ilişkilerin artık eski haline gelemeyeceğine hazırlıklı olmamız gerekiyor. Yaşadığımız sarsıntının artçıları ilişkileri uzunca bir süre rehin almaya aday.
Yine de Türkiye ABD ile işler bir işbirliği modeli üstünde anlaşmalı, ilişkileri kopartmayı değil çıkarlarını maksimize edecek etkileşim biçimleri yaratmayı öncelemeli diye düşünüyorum. Zaten görebildiğim kadarıyla Ankara’nın yapmaya çalıştığı da bu. Ne yazık ki aramızdaki asimetri kısa zamanda giderilecek gibi değil.
ABD ile ilişkilerin seyrinden bağımsız olarak Türkiye’nin çatışma çözümünü ön plana çıkartan bir vizyon benimsemesinde, benimsediğini teyit edecek teşebbüslerde bulunmasında da büyük yarar var. Türkiye mesela 13 Nisan 2016’da Kazakistan ile birlikte yaptığı ortak açıklamadaki ilke ve beklentileri hayata geçirecek bir teşebbüs geliştirebilir. Müslüman çoğunluklu ülkeler arasındaki sorunların giderilmesine yönelik bir yapının kurulmasına öncülük edebilir.
Hatırlanacağı gibi 14-15 Nisan 2016’daki İslam İşbirliği Teşkilatı (İTT) Zirvesi öncesinde bir araya gelen Kazakistan Cumhurbaşkanı Nazarbayev ve Cumhurbaşkanı Erdoğan iki ülkenin dünya siyasetinden beklentilerini vurgulayan uzunca sayılabilecek bir girişten sonra sekiz işlevsel paragraf içeren bir açıklama yayınlamış, bu açıklamada “İslami uzlaşma” olarak tercüme edebileceğimiz bir sürecin gerekliliğinden bahsetmişlerdi.
BM ilkeleri, uluslararası hukukun temel prensipleri ve İslami dayanışma üstüne oturacak bu yeni yakınlaşma ve çatışma çözümü modelinde İİT’ye üye ülkeler arasında var olan sorunların çözümüne istişare mekanizmaları kurarak, parlamentolar arası diyalogları geliştirerek, hükümetler dışı örgütlerden yararlanarak ve güven arttırıcı önlemler alarak katkıda bulunulabileceği vurgulanmıştı.
Fakat ne yazık ki iki ülke de bu konuda daha fazla yol almamış, somut mekanizmaları ortaya çıkartacak teşebbüsler geliştirmemişti. Şimdi bu mekanizmaların oluşturulması için çalışılmasında sanıyorum yarar var. Çünkü hem Türkiye’nin bu tür yeni bir açılıma ihtiyacı var, hem de bölgesinin. Ayrıca nasıl ki Medeniyetler İttifakı’nda İspanya önemliyse çatışma çözümünde de Kazakistan önemli.
Kazakistan son yıllarda geliştirdiği inisiyatiflerle çatışma çözümünde adını Norveç kadar çok duyurmaya başladı ve yaptığı ev sahipliği, sağladığı kolaylaştırıcılık Suriye başta olmak üzere pek çok sorunun çözümünde sessiz ama etkin rol oynadı. Türkiye ile Kazakistan’ın 13 Nisan 2016 Deklarasyonu temelinde işbirliği yapması, yol haritası benimsemesi iyi bir başlangıç olabilir.
Bana öyle geliyor ki ne Kazakistan ne de Türkiye böylesi bir inisiyatifin geliştirilmesi keyfiyetini İİT bürokrasisine bırakmalı. İslami uzlaşma anlayışını AGİT benzeri bir yapının nüvesini oluşturmak için kullanmalı. Daha önceki denemelerin hatalarından dersler çıkartmalı, öncelikli hedef seçecekleri bölgenin akil insanlarının, düşünce kuruluşlarının, akademik kurumlarının görüşlerinden yararlanmalı…