Geçtiğimiz hafta Kore yarımadasında dışarıdan bakanların beklemediği, ummadığı bir gelişme yaşandı. Güney Kore’nin Pyeongchang kentindeki Kış Olimpiyatları’na sporcuların yanı sıra Kuzey Kore’den aralarında ülkenin lideri Kim Jong-un’un kardeşi Kim Yo-jong’un da olduğu üst düzey bir heyet katıldı.
İlişkilerin gergin olduğu böylesi bir dönemde bölge ziyaretle, oluşturulan ortak takımların mücadelesinin yarattığı dostluk havasıyla derin bir nefes aldı. Nükleer denemeler ve uzun menzilli füzeler yüzünden çatışma beklenirken siyasi yumuşama yaşandı ve hatta ufukta çözüm için müzakere olasılığı belirdi. Gelen heyet Güney Kore Devlet Başkanı Moon Jae-in’i Pyongyang’a davet etti.
Eğer Moon Jae-in Kuzey Kore başkentine giderse, gidebilirse, ilişkilerde önemli bir sıçrama yaşanabilir. Kuzey ve Güney birleşemese dahi yakınlaşabilir, iki tarafın birbirinden algıladığı tehdidin niteliği ve niceliği değişebilir. Bu da Kore yarımadasının daha istikrarlı, daha öngörülebilir bir yer olmasını sağlar.
***
Ancak Seul-Pyongyang yakınlaşması aynı zamanda Washington’un bölgedeki ağırlığının azalmasına, etkisinin erozyona uğramasına da yol açar. İki taraf yakınlaşırsa Amerika’nın güvenlik şemsiyesi bölgesel fonksiyonunu yitirir. Üstelik, Kuzey Kore’ye nükleer silahlanması yüzünden uygulanan yaptırımların da anlamı kalmaz.
CNN-Int’ın web sayfasında 11 Şubat tarihinde yayımlanan Sheena McKenzie imzalı haber-yorumda belirtildiği gibi Kuzey’le ilişkileri düzelen Güney’in Amerika ile ilişkileri bozulabilir. Bölgenin diğer güçleri de Korelilerin yakınlaşmadan, uzlaşmasından mutlu olmayabilir.
Nihayetinde Kore derken dünya siyasetinden, büyük devlet arasındaki bitmek bilmeyen güç mücadelesinden söz ediyoruz. Korelilerin ne istediği, güvenliklerini belki de olimpiyat diplomasisiyle sağlayabilecek olmaları önemli değil.
Önemli olan Washington’un öncelikleri. İki tarafın yakınlaşmasının, sorunun çözülmesinin onlar için ne anlam ifade edeceği. Kore sorunu amaç ama amaç olduğu kadar da araç. Tam anlamıyla bir siyasi kaldıraç.
ABD’nin beklentisi Kuzey Kore tehdidi üstünden bölgedeki jeopolitik etkinliğini korumak. Biliyor ki statükonun değişmesi yeni bir oyunun kurgulanmasını gerektirecek. Sadece Güney Kore’yi değil, değişim kendisine ihtiyaç duyan Japonya’yı da etkileyecek.
Kuzey ile Güney’in yakınlaşması nükleer silahlanma sorununu ve uygulanan yaptırımları fiilen ortadan kaldıracağı için Japonya belki de kendi güvenliğini nükleer silah edinerek sağlamayı seçecek. Nükleer silahlanmayı caydırma stratejisi anlamını yitirecek. Kısacası olimpiyat diplomasisi eğer önleyici tedbir alınmazsa stratejik kayba neden olacak.
Bu yüzden de Güney Kore Devlet Başkanı Kuzey’e gitmeden önce muhtemelen gereken tedbirler alınacak, halkın böylesi bir yakınlaşmaya ne denli karşı olduğu anlatılacak, diplomatik inisiyatifler geliştirilecek, insan hakları ihlalleri ve Kuzey’e uygulanan yaptırım tedbirlerinin faziletleri dünyaya tekrar tekrar hatırlatılacak.
Ziyaret öncesi veya sonrasında bir yerlerde ziyareti etkileyecek bir kriz çıkarsa hiç şaşırmayalım. Ne de olsa Amerika henüz böylesi bir yakınlaşmaya hazır değil. İki tarafın yakınlaşmasından, Kore sorununun “bitmesinden” kendisi için belli ki menfaat üretemiyor. Rekabet ve gerilimin devamından çıkar sağlayabileceğini düşünüyor.
***
Mantık da büyük ölçüde Suriye’de olan-bitene, ABD’nin bu bölgedeki siyasi tercihlerine benziyor. Kore’de gerilimin düşmesi arzu edilmiyor, Suriye’de ise IŞİD bir türlü bitmiyor, bitirilmiyor. Zemindeki ittifak aracılığıyla İran ve Rusya ile hesaplaşmak, İsrail’in çıkarlarını korumak hesabı yapılıyor.
Bu arada da bir terör örgütü destekleniyor. Oysa bu terör örgütünün hedefi olan Türkiye’yle ABD’nin köklü bir ittifak ilişkisi var. 1946’dan bu yana fiilen, 1952’den bu yana da hukuken Amerika Türkiye’nin, Türkiye Amerika’nın güvenliğinin garantörü. Terör de dahil saldırı olduğunda iki müttefik birbirini savunmak, saldırı olasılığı bulunduğundaysa oturup ne yapılacağını konuşmak zorunda.
Fakat Washington’un önceliği bu bölgede de farklı. Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları yerine kendi beklentilerine hizmet edecek bir siyaseti zorlamaya, bize ve bizim gibi ülkelere kendi çıkarlarını, önceliklerini kabul ettirmeye çalışıyor. Türkiye direniyor, kendi çıkar ve beklentileri için mücadele veriyor. Bakalım Güney Kore direnebilecek, mücadele verebilecek mi?