Kimse savaş istemiyor ama…

Mensur Akgün

Görünen o ki Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz yetki alanlarının adil şekilde paylaşılamamasından kaynaklanan kriz doyum noktasına ulaştı.

Taraflar pozisyonlarından taviz vermeden sorunu daha fazla tırmandırmamak, tatsız sonuçları olabilecek bir çatışmaya yol açmamak için itidalli hareket etmeye başladı. Yunanistan AB’nin Türkiye’ye uzlaşmak için fırsat verdiğini söylerken, Türkiye de Meis adasındaki askerler konusunu “eğer doğruysa” parantezi içinde değerlendirdi.

Türkiye açısından bakıldığında da zaten amaç büyük ölçüde hasıl oldu. Akdeniz’in doğal kaynakları üstünde hakkı olduğunu, bu hakkı korumak için gerekirse güç kullanmayı göze alabileceğini gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamalarla Türkiye’nin haklarını korumak için bedel ödemeye ve ödetmeye hazır olduğunu vurguladı. Kararlılık Almanya’yı, ABD’yi ve AB üyesi bazı ülkeleri harekete geçirdi, sorunun müzakerelerle çözülmesi için fırsat doğdu.

***

Çözüm doğal olarak kolay olmayacak. Haklar tescil edilene, deniz yetki alanları (Kara Suları, Kıta Sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge sınırları) belirlenene kadar iki ülke arasındaki gerilim potansiyeli ortadan kalkmayacak. Kıbrıs’ı da bir sorun olarak denklem dışı bırakmak imkansız. Ancak var olan krizin yatışması, çatışma potansiyelin ertelenmesi olasılığı mevcut. Yine de dikkatli olmakta fayda var. Çünkü:

Çatışmaya yol açmayan bir kontrollü tırmanma Yunanistan’ın yararına. AB üyeliğinin kendisine tanıdığı dayanışma imtiyazından daha fazla faydalanabilmesi için Türkiye’yi sorunu tırmandıran taraf olarak gösterebilmesi gerekiyor. Almanya’yı ve AB’nin diğer tereddütlü ülkelerini yanına çekebilmesi, bize karşı daha güçlü şekilde durabilmesi için “desteğimize” ihtiyacı var. Orantısız bir tepki bu desteği sağlayabilir.

Yunanistan’ın yanında yer alan İsrail, Mısır, BEA, Fransa ve tabii ki GKRY ile olan ilişkilerimizin gergin olması da krizin kontrolden çıkması olasılığını arttırıyor. Bu ülkelerin hepsiyle çözemediğimiz başka sorunlarımız var. Herkesin her zaman rasyonel olması, kriz yönetiminin imkanlarından yararlanmak için çaba harcaması mümkün olmayabilir. Ayrıca Fransa’nın Yunanistan’a savaş gemileri ve savaş uçakları satmaya çalıştığını da unutmayalım.

Akdeniz konusunda da Ege’de de, Kıbrıs’ta da hiç şüpheye yer bırakmayacak şekilde haklıyız. Bırakın adaların kıta sahanlığı olmasını, kara sularının arttırılması bile bizim hareket ve harekat imkanlarımızı kısıtlar, potansiyel hidrokarbon yataklarına ulaşmamızı engeller. Ancak bazıları 1970’li yıllardan beri gündemde olan bu sorunlar konusundaki duruşumuzu dünyaya anlatamadık, boşluk bıraktık. Bu boşluk hep sömürüldü, bundan sonra da sömürülmeye aday.

1982 BMDH Sözleşmesi’nin lafzi okuması ve AB’nin benimsediği Seville Haritası Yunanistan’a manevra alanı ve meşruiyet zemini sağlıyor. Dünyada çok az sayıda kanaat önderi UAD kararlarına, devletler arası uzlaşma pratiğine ve hakkaniyet ilkesinin önemine bakıyor. Ayrıca Türkiye’nin demokrasi açığı, insan hakları ihlalleri de imajına, algısına, dolayısıyla da ikna kabiliyetine katkıda bulunmuyor. Türkiye tanımı, duruşu ve oluşu gereği haksız taraf olarak takdim ediliyor. Bu da bizim açımızdan ciddi bir dezavantaj.

***

Bu dört maddeye daha pek çoklarını ilave edebilmek mümkün. Krizin tırmanmasından yarar sağlayabilecek başka uluslararası aktörler de bulabiliriz, başka koşulların sorunun yatışmasına yardımcı olmayacağını da söyleyebiliriz. Ama sanıyorum tırmanmanın ve tırmanma sonunda ortaya çıkabilecek bir çatışmanın, uygulanabilecek göstermelik olmayan yaptırımların çıkarlarımıza hizmet edeceğini söyleyemeyiz. Bizim hem kararlı durmamız, hem de diplomasiye imkan tanımamız, mesela Almanya gibi üçüncü tarafların yapıcı müdahalelerine açık olmamız gerekiyor.

Görebildiği kadarıyla yaptığımız da bu. Eksik kalan siyasi dile ihtimam, argümanları doğru toparlama, nerede durduğumuzu, ne talep ettiğimiz dünyaya daha anlaşılır bir şekilde iletme gibi geliyor bana. İnsan hakları sorunlarımızı çözmemiz, hukukun üstünlüğünü sağlamamız da olmazsa olmazlar arasında. Bir de kulağımıza ve ruhumuza hoş gelen “Mavi Vatan” kavramının Türkiye’nin tezlerinin anlaşılmasına yardımcı olmayacağı endişesi taşıdığımı söylemeden geçemeyeceğim. Ne de olsa vatan mutlak bir egemenlik icrasına referans verirken, Münhasır Ekonomik Bölge ve Kıta Sahanlığı sınırlı yetki kullanımına işaret ediyor...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.