Adanın her iki tarafından gelen haberlerden ve KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Hürriyet’te Cansu Çamlıbel’e verdiği mülakatta söylediklerinden çözümün artık mümkün olduğu, pek çok konuda mutabakat sağlandığı, ama toprak, mülkiyet ve garantilere ilişkin tereddütlerin devam ettiği anlaşılıyor. Umarız New York’ta yapılacak görüşmeler sürecin daha da ileriye taşınmasına neden olur, sorunun çözülmesi yolunda ilerleme sağlanır.
***
Ancak kabul edelim ki yılların bakiyesi bu tür sorunların çözümü her zaman zordur. Önyargılar, yerleşik düzenin sağladığı çıkarlar, güvenlik endişeleri ve tabii ki dış müdahaleler çözüm çabalarını olduğundan daha komplike hale getirir. Özellikle de sorunun çözümü ayrılık değil birleşme ve bütünleşmeyle sağlanacaksa, çözüm şahsına münhasır olacaksa ve taraflar çözümden tam olarak ne kazanacağını bilmeyecekse.
Zorluk sadece soruna doğrudan taraf olan Kıbrıslı Rumlar ve Türkler için değil Türkiye için de geçerlidir. Kuşaklar boyunca Türklere yapılan zulümle hatırlanan ve gerçek çözümün 1974 müdahalesiyle sağlandığı düşünülen bir sorunun birleşme yoluyla çözüleceğine inanmak, Kıbrıslı Türklerin “bizden” kopup “başkasıyla” yaşamasına razı olmak kolay değildir. Birileri mutlaka çözümü “haksızlık” olarak kabul edecektir.
Doğrudur, Türkiye daha önce de, ama en bariz biçimde 2003 yılında çözümü desteklemiş, Annan Planı’nın hayat geçmesi için elinden geleni yapmıştır. Ama 2003 ile 2016 arasında çok değişiklik yaşanmış, siyasetin içinde karar üreteceği konjonktür farklılaşmıştır. Türkiye’nin AB üyeliği bir kısmı kendinden, bir kısmı AB’nin belli başlı üyelerinin tutumundan ve AB’nin kendi krizinden kaynaklanan nedenler yüzünden artık gündemde değildir.
Kıbrıs sorununun çözümü katılım müzakerelerinin önündeki teknik engelleri kaldıracak, fakat siyasi engeller ne yazık ki kalacaktır. Bu yüzden AB, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler için çözüme teşvik edici güç olma özelliğini yitirmiştir. Türkiye çözüm sürecini en çok Kıbrıslı Türkler istiyor diye desteklemekte, çözümsüzlüğün bedelini ödemekten, sorunlarına sorun katmaktan da kaçınmaktadır. Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından yararlanma beklentisi de belli ki desteğinin sürmesinde rol oynamaktadır.
Fakat Türkiye’nin desteği verili kabul edilmemelidir. BM ya da sorunun çözümüne müdahil olabilecek bütün üçüncü taraflar ve tabii ki Rum kesimi liderliği de çözümü gerçekten istiyorlarsa, Kıbrıs Türklerinin çıkarlarını da içeren Türkiye’nin beklentilerini de dikkate almaları gerekmektedir. Unutmayalım ki Türkiye başından beri bu denklemin içindedir. Bırakın imparatorluk dönemini bir yana, 1950’li yıllardan bu yana soruna taraftır.
Hemen her sorunun çözümünde olduğu gibi Kıbrıs’ta da tüm tarafları optimum düzeyde tatmin edecek bir çözüm bulunması şarttır. Türkiye de böylesi bir çözümden sonuç çıkartmak, çıkarlarını en azından bir alanda koruduğunu, pekiştirdiğini, güçlendirdiğini hissetmek zorundadır. 1999 yılında vaat edilen AB üyeliği şimdi gündemde olmadığına göre çözümün ona sağlayacağı somut yarar ortaya konmalıdır.
Cumhurbaşkanı Akıncı Akdeniz’deki enerji kaynaklarını Çamlıbel’le yaptığı söyleşide vurgulayarak somut yarar meselesini dolaylı da olsa gündeme getirmiştir. Fakat asıl Rum liderliğinin, Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in Türkiye’yi ikna edecek açılımlar ve açıklamalar yapması, Türkiye’nin çözüme olan desteğini sürdürmesi, hepsinden önemlisi de referandum sürecine kayıtsız kalmaması için gereklidir.
***
Yanlış anlaşılmasın, bu hiçbir şekilde Kıbrıslı Türkler yerine Türkiye ile konuşulur anlamına gelmez. Sorunun çözüm parametreleri doğrudan muhatapları tarafından bulunacak, öncelikle Rumlar ve Türkler uzlaşacaktır. Zaten yıllardır konuşulmuş çözüm parametreleri üstünde büyük ölçüde mutabakata da varılmıştır. Ama Türkiye’nin tarihi önemde böylesi bir pazarlıktan karlı çıkması gereği de göz ardı edilmemelidir.