İsrail’i durdurur mu, Gazze’deki insan kıyımını ve sürgünü engeller mi bilinmez ama Güney Afrika 29 Aralık’ta Uluslararası Adalet Divanı’nın kurucu statüsünün 36’ıncı maddesine ve 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesine istinden Divan’a başvurarak İsrail’in imzacısı olduğu sözleşmeye uyması çağrısıyla Divan’dan acil bir ara karar almasını istedi. Divan içtihatına, Ruanda için kurulan mahkemenin, Uluslarası Ceza Mahkemesi’nin kararlarına ve daha pek çok şeye atıfta bulundu.
İlginenlerin Divan’ın web sayfasında bulabilecekleri 84 sayfalık başvuruda Güney Afrika’nın avukatları öncelikle 1948 sözleşmesinin ikinci maddesinde yer alan soykırım tanımının koşullarının yerine geldiğini, işlenen suçların savaş suçu ötesine geçtiğini, İsrail’in ayrı bir ulusal, ırksal ve etnik bir gruba karşı söz konusu maddede sayılan suçları bilinçli şekilde işleme niyetinde olduğunu vurguladı.
Divan da başvuruyu dikkate alarak bu konuyu tüm diğer konuların önüne çekerek 11 ve 12 Ocak günlerini duruşma tarihi olarak belirledi. Guardian’ın yazdığına göre de prensip olarak bu tür davalara katılmayan İsrail kendini savunma hazırlığına girişti. Zaten şimdiden Gazzelilerin nasıl uyarıldıklarını, kaç broşür attıklarını, hangi mesajları gönderdiklerini açıkladı. Bazı bakanlarının niyet beyanı olarak okunabilecek konuşmalarını devlet politikası değil demeye getirdi.
Hukukçu olmamakla birlikte benim başvuru dilekçesinden anladığım Güney Afrika’nın talebi soykırım suçunun oluşup oluşmadığının tespitinden ziyade işlenebileceğine, daha doğrusu ilerde yapılacak bir yargılama sonrasında suç oluştuğunun ortaya çıkabileceğine ilişkin görüşün kabulünü sağlamak, Lahey’de alınacak hukuken bağlayıcı kararla tamiri imkansız daha fazla zararın oluşmasını engelleyebilecek bir siyasi konjonktürün oluşmasına yol açmak.
Muhtemelen onların da beklentisi İsrail’in alınacak kararı tanıması ve uyması yönünde değil. Ne de olsa bu tür yargılamalarda kaybeden taraflardan yarıya yakını Amerika, Rusya ve hatta Myanmar’ın yaptığı gibi sonucu kabullenmemeyi tercih ediyor. Ancak kararlar suçu işleyen ülke üstünde baskı oluşturulmasına bir nebze de olsa yardımcı oluyor. Tarif edilen suçun niteliği ve bu suçun soykırım mağduru bir ülke tarafından işlenmiş olabileceğinin tespiti de baskının artmasına yol açabilme potansiyeli taşıyor.
Davanın sonucu ne olursa olsun ben Güney Afrika’nın tebrik edilmesi ve İslam İşbirliği Teşkilatı ile Arap Birliği tarafından yakından takip edilmesi gerektiğine inanıyorum. Bu teşebbüsü Gazze halkının korunması ve gelecekte kurulabilecek olan sınırları belirli, egemenliği tam Filistin devletinin önündeki en büyük engelin ortadan kalkması için son zamanlarda atılmış en ciddi adım olarak görüyorum. Ve keşke bunu Güney Afrika yerine biz ya da başka bir bölge ülkesi düşünseydi demekten de kendimi alamıyorum.
Yine de amaç bağcı dövmek değil de üzüm yemekse, önemli olan kim tarafından olursa olsun böylesi kapsamlı bir başvurunun yapılmış, Divan’ın bir karar vermek üzere toplanmaya zorlanmış olması. Bize bundan sonra düşen sorumluluksa Gazze halkının varlığını koruyabilecek, onların soykırıma, savaş suçuna, insanlığa karşı suça, etnik temizliğe, zorunlu göçe tabi olmamalarını sağlayabilecek yargı sürecini yakından takip etmek ve bunu önce ülke sonra da dünya kamu oyunun gündeminde tutmaya çalışmak olmalı.
Çünkü kararın tek başına İsrail üstünde caydırıcı olması imkansıza yakın, kararın etkisi ancak siyasi baskı ve kınamayla ortaya çıkabilir. Divan’ın bazı eylemlerin ve İsrail’i yetkililerin yaptıkları açıklamaların soykırım suçu teşkil edebileceğine ilişkin ara kararı İsrail kamuoyu üstünde baskı oluşturabilir. Gazze operasyonunu baştan beri eleştirenlerin, sivil halka verilen zararı kabul etmenin mümkün olmadığını söyleyenlerin etkisini arttırabilir. AB ve ABD belki biraz olsun harekete geçebilir.
Yıllardır edindiğimiz tecrübelerden bildiğimiz gibi düzenlediğimiz telin yürüyüşleri ne yazık ki İsrail’in kahrolmasını, başlattığı şiddeti durdurmasını getirmiyor, AB ve ABD’nin onu gizli veya açık desteklemesini sona erdirmiyor. Doğal olarak hiç bir şey yapmamaktansa yürüyüş yapmak, miting düzenlemek daha iyi. Nihayetinde muhataplarınıza tepkinizi gösteriyorsunuz, biz yaptıklarını görüyoruz, biliyoruz ve lanetliyoruz diyorsunuz. Kendi içinizde oluşan baskıyı hafifletip, tepkiyi kanalize ediyorsunuz.
Ancak Güney Afrika’nın yaptığı bunun çok ötesinde bir şey. 19 Aralık’ta BM Genel Kurulu oylamasında alınan Filistin devleti kurulsun kararından dahi önlemli. Bir mahkemeden, hem de BM’e doğrudan bağlı bir mahkemeden karar çıkarttırmaya, İsrail’i imzacısı olduğu 1948 Soykırım Sözleşmesi’ne uymaya zorlamaya çalışıyorsunuz. Benim beklentim bu sürece devletler kadar kanaat önderlerinin, hukukçuların, akademisyenlerin ve gazetecilerin sahip çıkması, en azından Güney Afrika’nın başvurusunun içeriğinin konuşulması ve tartışılması…