7Ekim Hamas saldırısı İsrail’i, daha doğrusu İsrail sağını yıllardır beklediği fakat bahanesini ve ortamını bir türlü bulamadığı hedefine ulaşması, Gazze’yi tekrar kontrol altına alması, bir kez daha genişlemesi, konjonktür elverdiği takdirde de Filistinlilerin Gazze’den sürmesi için imkan yarattı. İçeriden ve dışarıdan gelen baskıları da insani molayla geçiştirdi.
Şimdi Netanyahu Yönetimi aşama aşama Gazze şeridinde yaşayanları güneye doğru sürüyor, üstelik de bunu insani gerekçelerle, Cenevre Sözleşmelerine uyma çerçevesinde gerçekleştiriyor. Sivillerin “operasyonlarından” zarar görmemesini sağlamak amacıyla onlara evinizi terk edin, biraz daha Mısır’a doğru yaklaşın emirleri yayınlıyor.
Mısır kendince anlaşılabilir nedenlerle savaştan kaçan, aslında hukuken ve ahlaken sığınma hakkı bulunan insanları topraklarına kabul etmekte isteksiz. Belli ki bir yandan sorunun kendisine ihracını, diğer yandan da üstüne binecek yükü kabullenmek istemiyor. Amerika’nın burayı ileride siz yönetin teklifine bile sıcak bakmıyor. Ancak insani baskıya ne kadar dayanabileceği tartışmalı.
Duvarlar veya sınır kapıları yıkılırsa savaştan kaçanlara karşı güç kullanması zor. İsrail’i de ne kendi iç muhalefeti, ne de dışarıdan gelen çoğu insani nedenlere dayalı tepkiler caydıracağa benzer. ABD İsrail’in askeri dediği hedeflerine ulaşmasına karşı değil. AB de öyle. Korkarım zorla yerinden edilmeyi, usulüne uygun etnik temizliğe dahi kabul ederler. Tek kaygıları çok insan ölmesinin doğurabileceği sonuçlar.
Savaşın yayılmasından, Lübnan, Irak, İran gibi ülkeleri içine çekmesinden de endişeliler. Fakat bölgede bulundurdukları askeri güçlerinin ve İsrail’in nükleer yeteneklerinin caydırıcı olacağına eminler. Arap dünyasının bölünmüşlüğünün, 50 yıl önceki saldırıyla günümüzdekinin farkının idrakindeler. Suudilerin ve başka pek çok Arap rejiminin Hamas’ın tetiklediği bu savaşın kendi savaşları olmadığını düşündüğünü biliyorlar.
Zaten çok derin analizler ve gözlemler yapmaları da gerekmiyor. Arap Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı’nın 11 Kasım tarihli içinde bol çağrı ama hiç yaptırım olmayan 31 maddelik, girişiyle birlikte dokuz sayfalık ortak bildirgesinin bakmaları yeterli. Çünkü orada Müslüman dünyası kendinden başka herkesten destek istiyor (mesela Mad. 5, 11 ve 26) , Filistinlilere sadece yerinde insani ve iktisadi yardım vadediyor (Mad. 30).
Her nedense İsrail’e karşı diplomatik ambargo dahi öngörülmüyor. Silah satmayın, İsrail’e destek olmayın demekle yetiniliyor (Mad. 6). Filistinlileri bir kez daha sürmeye kalmayın uyarısı ve kırmızı çizgi kavramı var ama sürülürlerse ne olacağı belirtilmemiş (Mad.15). Daha çok savaş sonrası üstünde durulmuş, insan hakları ve insancıl hukuk ihlalleri yapıldığı anlatılmış (Mad. 14, 21, 23). Savaş bitince bir barış konferansı toplansın denmiş (Mad. 29),
Hamas’ın adının dahi geçmemesi, İsrail harekatı sonrası için düzen kurmanın sorumluluğunun tek yetkili meşru temsilci olarak kabul edilen Filistin Kurtuluş Örgütü’ne devredilmesi çağrısında bulunması da dikkate alınması gereken bir başka gösterge (Mad. 24). Siyasi çözüme ilişkin sayılan BM Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi kararları da ne yazık ki fiili gerçeklikten ziyade üye ülkelerin iç kamuoylarına yönelik.
Bildirinin bünyesindeki tek uyarı ise kendilerinin değil üstü kapalı bir şekilde durumdan vazife çıkartabilecek terör örgütlerinin yapabileceklerine yönelik ki onun da İsrail ve yakın dostlarının üstünde baskı oluşturması olanaksız (Mad. 27). Olsa olsa Belçika, Fransa ve İrlanda’dakilere benzer yalnız kurt eylemlerinden çekinirler, onları da engelleyebileceklerini ya da sonuçlarını yönetebileceklerini düşünürler.
Kısacası, istediği, yani çıkarlarına uygun gördüğü takdirde İsrail’in bu savaşla bir kez daha genişlememesi, Gazze’yi Arap nüfusundan arındırmaması için önünde ciddi hiçbir engel yok. Yeter ki sivil kayıplar, çocuk ölümleri kabul edilebilir sınırlar içinde kalsın. Sürgün için gerekli olan şiddetle dünyanın tolerans gösterebileceği şiddet oranı dengede tutulsun. Siviller korunurmuş gibi yapılıp yerinden ve yurdundan edilsin…