Trump Yönetimi ülkesinin BM Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyeleri ve Almanya ile birlikte İran’la 2015 yılında imzaladıkları anlaşmadan hiçbir makul gerekçe göstermeden çıktı ve İran’a, İran’la ticaret yapanlara karşı yeniden müeyyide uygulayacağını açıkladı. Ne anlaşmadan çıkışının, ne de üçüncü taraflara müeyyide uygulamaya kalkmasının uluslararası hukukta karşılığı var.
Eğer diğer imzacılar imzalarına sadık kalmazlarsa, ABD’ye karşı en azından bu alanda ortak ve ilkesel bir tutum sergilemezlerse, İran’ın yarım bıraktığı nükleer zenginleştirme programını yeniden başlatması kaçınılmaz. Bunun sonucu da büyük bir olasılıkla Amerika’nın İran’a müdahalesi, sadece Körfez bölgesinin değil geniş anlamıyla Ortadoğu’nun sarsılması, istikrarsızlığın derinleşmesi olacaktır.
***
ABD’nin uzunca bir süredir müdahale planları yapmakta olduğu biliniyor. Foreign Policy’de yazıldığına göre (Mark Perry, 28 Haziran 2018) hangi uçağın, ne cins bombanın nerede kullanılacağı, ne büyüklükte bir güce gereksinim duyulacağı konusunda hem RAND gibi düşünce kuruluşları, hem de ABD silahlı kuvvetleri tarafından yapılmış çalışmalar var.
Üstelik John Bolton gibi “İran bombalansın da nasıl olursa öyle bombalansın” diye bakan şahinler de şimdi Trump’ın yanında ve yakınında. İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri derseniz fanatik bir şekilde ABD’yi İran’a karşı pozisyon almaya zorluyor, savaş değilse bile yaptırımların güçlendirilmesini istiyor.
ABD’yi yapabileceği bir müdahaleden caydıracak, müdahale öncesinde iki defa düşünmesini sağlayacak dört engel, daha doğrusu faktör var. İlki müdahale için gerekli askeri imkanların ellerinde olmaması. Foreign Policy’de anlatıldığına göre İran’a yapılacak bir müdahalenin etkili olabilmesi için Amerika’nın envanterindeki savaş filosunun yüzde 55’ini kullanması gerekiyor.
Oysa ABD silahlı kuvvetleri uzun yıllar süren savaşlardan ve müdahalelerden yorgun düşmüş halde. Elindeki imkanlar yeterli değil. İran’a müdahale öncesinde askeri gücünü yenilemesi, savaş pilotu açığını kapatması şart. Ayrıca İran da önemli bir caydırıcı güce sahip. S-300’ler ve diğer askeri yetenekleriyle ABD’ye ciddi hasar verebilme potansiyeli var.
İkinci engel, savaşın öyle bir vuruşla bitmeyeceği, uzun süreceği ve İran’ın teslim olmayacağı gerçeği. Amerika’nın müdahalesi halinde İran’ın Lübnan ya da Suriye üstünden muhtelif silahlı gruplar aracılığıyla İsrail’e saldıracağı düşünülüyor. İsrail’e doğrudan bir İran saldırısı pek ciddiye alınmıyorsa da mümkün olduğu eminim görülüyordur.
Üçüncü faktörse, tüm bu gerçekleri idrak eden bir grup insanın hala ABD’de etkili olması ve Amerika’nın bir maceraya sürüklenmesini istemiyor olmaları. Bunların başında da Savunma Bakanı Mattis’in geldiği söyleniyor, her ne kadar yaptığı açıklamalarda savaşa hazır olduğunu belirtse de hazır olmadıklarını bildiği, sonuçlarını kestirebildiği iddia ediliyor.
Tüm bunların dışında bir başka faktör de ABD’nin Avrupalı müttefiklerinin tutumu olacaktır. Yaptırım kararlarına ilkesel düzeyde karşı çıkmaları halinde Trump Yönetimi üstünde caydırıcı etki yaratmamaları imkansız. Ama kendi çıkarları ve şirketleri için istisna pazarlığına girişecek olurlarsa, Washington’a açık çek vermiş olurlar.
***
Türkiye açısından bakıldığında en iyi senaryo ABD ile İran’ın diğer imzacıların teşviki ya da bir başka yöntemle uzlaşması, iki tarafın yeniden ortak bir zeminde buluşmasıdır. Kuzey Kore ile ABD arasında yaşananlara baktığımızda, Trump’ın pazarlık yapma sitilini düşündüğümüzde bu hiç de dışlanacak bir olasılık değil.
Ancak Türkiye’nin diğer üç olasılığı da hazırlıklı olmasında yarar var. İlk olasılık yaptırımların devreye girmesi ama AB’nin karşı çıkmasıdır. Bu, Türkiye’yi görece rahatlatacak bir gelişmedir. İkinci olasılık yaptırımların yine devreye girmesi, AB’nin kendi için ABD ile pazarlık etmesidir ki böylesi bir senaryo Türkiye’yi zorlar. En çok zorlayacak olansa ABD’nin caydırıcılık veya engel tanımaması ve İran’a müdahaleye kalkışmasıdır…