Korona salgınının çıkışına ilişkin kabaca iki görüş var. İlki virüsün imal edildiğini söylüyor, imalatçı olarak da Çin’e, Amerika’ya ve/veya İsrail’e işaret ediyor. İkinci görüşse virüsün hayvanlar yoluyla insana geçtiği, mutasyona uğradığı ve tüm dünyayı tehdit eder hale geldiği yönünde.
Her ne kadar biyolojik savaş olasılığına inansam, Stephen Kinzer’ın Zehircibaşı (Poisoner in Chief) kitabını okumuş olsam da, ilk olasılık bana gerçekçi gelmiyor.
Biraz fazla komplo kokuyor, salgının araçsallaştırıldığını düşündürüyor. Yine de önemsiyorum. Çünkü biliyorum ki bu olasılık gerçek olmasa da dünya siyasetinde sonuç doğurabilir, karşılıklı suçlamalar güvenlik sorunu yaratabilir. Gerilimler, krizler, hatta savaşlar çıkartabilir. Peki ya ikinci olasılık doğruysa, yani virüs Vuhan’daki bir canlı hayvan pazarından yayıldıysa, hastalığın nedeni insanın doğaya saldırgan müdahalesiyse veya iklim değişikliğiyse, o zaman bir güvenlik sorunu doğurmaz mı?
Dünya Sağlık Örgütü’nün dünkü durum raporuna göre 2 milyon 883 bin 603 insanın resmen Covid-19 hastası olduğu, 198 bin 842 kişinin hayatını yine resmen bu nedenle kaybettiği bir yerde bizim, yani tüm insanlığın güvenliğini ilgilendiren bir durum oluşmaz mı? Uluslararası toplumun ve onun kurucu unsuru olan devletlerin bu tehdide de cevap araması, çözüm bulması gerekmez mi? Başka bir deyişle insan güvenliği sadece devletlerin birbiriyle savaşmaması mı demektir?
***
Standart uluslararası ilişkiler öğretisine, onun da ötesinde pratiğine göre son sorunun kestirme yanıtı; evet. İnsanların güvenliği devletleri tarafından sağlanır, onların güven içinde yaşamaları için devletler silahlanır, ittifaklar kurar, birbirlerini güçleriyle dengelemeye çalışır, gerektiğinde işbirliğine girer, örgütler ve rejimler aracılığıyla sorunları yönetir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan, eskiden sadece ulusal azınlıklarla sınırlı olan, “yeni” anlayışa göre ise devletlerin kendi halklarına eziyet çektirme “lüksü” de en azından prensipte yoktur.
İnsan hakları, adaletli bölüşüm, çevreye saygı, salgın hastalıklardan korunma gibi konular derseniz güvenlik alanının dışındadır. Devletler vatandaşını başka bir devletin saldırısından korur, kendi vatandaşlarına karşı da uluslararası normlar çerçevesinde hareket etme sorumluluğu üstlenir. Bir virüsün ya da iklim değişikliğinin yaratacağı sorunlar, ülkede kaosa yol açmadıkça, kitlesel göç rahat kaçırmadıkça, konfor paylaşımına neden olmadıkça, bir devletin diğerine saldırmasına vesile yaratmadıkça ulusal güvenlik sorunu olarak kabul edilmez.
Ama acaba bunlar, yukarıda sıraladığımız konular insani güvenlik sorunu olarak kabul edilemez mi? İnsani güvenlik anlayışı ulusal güvenlik gibi önemsenemez mi? Pakistanlı iktisatçı Mahbub ul Haq’a göre önemsenebilir, hatta önemsenmelidir de. Palme Komisyonu Raporu da “ortak güvenlik” adı altında insani güvenliğin önemsenmesini daha 1982’de önermiştir. Bu konuda pek çok çalışma yapılmış, insani güvenlik kavramı mesleğe giriş kitaplarına bile ayrı bir başlık, bir bölüm olarak yer almıştır.
“İnsani Güvenlik” artık tanımlı, ne olduğu belli bir kavramdır. Mesela Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1994 yılında yayınlanan İnsani Gelişme Raporu insani güvenliğin yedi alanda çalışmakla sağlanabileceğini vurgulamıştır. İnsanların güvende olmaları için her şeyden önce temel ihtiyaçlarını sağlayabilecekleri bir gelire sahip olmaları gerektiği belirtilmiş, oradan gıda güvenliğine, sağlık güvenliğine, çevre güvenliğine, kişisel güvenliğe, toplumsal ve siyasi güvenliğe atıfta bulunulmuştur.
***
Doğal olarak İnsani Güvenlik kavramı da hemen her kavram gibi tartışmalıdır. Bazı sosyal bilimciler için bu kavram ve içinde barındırdığı anlayış uygulamada anlam ifade etmeyecek kadar kapsamlıdır. Bazıları bu konuların “güvenlikleştirilmesinin” sorunların çözümünü sağlamayacağı, otoriter devlet müdahalesi getireceği kanısındadır. Hepsinden önemlisi ise devletlerin, devletleri yönetenlerin ve tabii ki yönetilenlerin, yani bu kavramın öznesi olanların insani güvenliği önemsememesidir.
İnsani güvenlik kitaplarda, akademik makalelerde, sivil toplum örgütlerinin, adil kalkınma hedefleyen kurum ve grupların ütopik görülen çalışmalarında kalmıştır. Bir de belki ara sıra yazılan köşe yazılarında. Oysa insanın güvenlik arayışının merkezine oturtulması, tüm siyaset anlayışının değişmesini, dünyanın işleyişini düzenleyen temel prensiplerin sarsılmasını beraberinde getirebilirdi. Ancak ne yazık ki hiçbirimiz böylesi radikal bir değişikliğe hazır değildik, salgına ve virüse rağmen hala da değiliz.
Umarım bu virüs hiç olmazsa iklim değişikliğine, doğayı alt etme mücadelemize farklı açıdan bakmamıza yardımcı olur. Sağlığı, gıda güvenliğini, ulusal ve uluslararası dayanışmayı biraz daha önemsememizi sağlar. Ama bana öyle geliyor ki insanlık olarak toptan değişmemize, diyelim ki silahlanmanın daha az gıda, daha kötü yaşam koşulu demek olduğunu anlamamıza yetmez. Bizi muhtemelen daha hırslı, daha popülist, daha baskıcı, daha saldırgan yapar, daha insancıl hale getirir mi, getirebilir mi doğrusu hiç emin değilim…