“Kıbrıs Sorunu” diye iki kelimeyle özetlediğimiz ama çözümü için binlerce sayfalık dokümanlara, yıllarca süren görüşmelere ihtiyaç duyduğumuz şey hem çok karmaşık hem de son derece basit. Karmaşık, çünkü çözümü için siyasi ve ekonomik beklentilerin optimum noktalarda buluşturulması, buluşulan noktaların Kıbrıs’ın içinde yer aldığı dünya ve AB sisteminin normlarıyla uyumlu olması şart.
Basit, çünkü Kıbrıs sorunu dediğimiz şey nihayetinde iki etnik milliyetçiliğin küçük bir toprak parçası üstünde çatışmasından başka bir şey değil. Rumlar adanın tamamının kendilerine ait olduğunu iddia ediyor, Türkler ise paylaşmaları gerektiğini söylüyor. 1950’li yılların ortalarından bu yana söylemler değişse de pozisyonlar değişmedi. Türkler “taksim” dedi, ardından kendi devletlerini kurdu, eşit şartlar altında olduğu sürece birlikte yaşamaya, adayı paylaşmaya itiraz etmedi.
***
Rumlarsa ne yazık ki adanın sahibi oldukları inancını terk etmedi. Türkleri eşit ortaklar, bir arada yaşayacakları insanlar olarak göremedi. Görenler tabii ki vardı, ama genel kabul gören anlayış Türkleri dışladı, onların çıkar ve beklentilerini görmezden gelmeyi seçti. Çözüme en yakın olunan anlarda dahi, son Enosis anması krizinde olduğu gibi, müstakbel ortaklarını hiçe sayan davranışlar sergiledi. Oysa 1963’ten, hatta çok daha öncelerden bu yana kavgalı olan iki halkın bir araya gelebilmesi için duygusal olarak da yakınlaşması zorunluydu.
İki halk bir kez daha ve bu sefer dışarıdan baskı olmaksızın kaderlerini birlikte belirlemek için ortak bir devlet kurmak amacıyla konuşuyordu. Rumların Enosis ideali yüzünden çöken ortaklık devletini bu kez iki kesimli olarak canlandırmaya çalışıyordu. Sorun zaten bu yüzden çıkmış, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hayali nedeniyle iki halk birbirinden kopmuştu. Türklerin de bu kopuşta sorumluluğu tabii ki vardı. Fakat aklı başında herkesin kabul ettiği gibi kopuşu tetikleyen Rumlardı.
Şimdi bunların hiçbiri olmamış, sorunun çözümü sadece teknik konularda anlaşmakmış gibi Rum tarafı çözmeye çalıştıkları sorunu yaratan 1950 gayriresmi plebisitini anmak amacıyla parlamentosundan yasa geçirince, buna da Rum tarafı adına müzakere eden Cumhurbaşkanı Anastasiades ses çıkartmayınca (ses çıkartılması talebine tepki gösterince), Türk tarafı haklı olarak tavır koydu. Müzakereleri geçici bir süre için bile olsa kesti.
Müzakereler başlar mı derseniz bence başlar. Ancak kırılan gönüller onarılır mı, kaybedilen güven tazelenir mi, onu kestirebilmek güç. Unutmayalım ki, liderler tarafından müzakere edilen metin sonunda halklar tarafından onaylanacak, Rumlar ve Türkler bir arada yaşayıp yaşamayacaklarına ayrı ayrı yapacakları referandumlarda karar verecek. Oy verirken insanlar sadece liderlerin ve müzakere heyetlerinin üstünde mutabakata vardıkları metnin kendi çıkar ve beklentilerini koruyup korumadığına değil, diğer toplumla bir arada yaşayıp yaşayamayacağına da bakacak.
Rumların bahaneler üreteceğine bu yalın gerçeği görmeleri, eğer göremeyeceklerse bir arada yaşama ısrarından vazgeçmeleri gerekiyor. Yapılmaya çalışılan şey zaten imkansızın başarılmasıyla eş değer. Dünyanın hemen her yerinde toplumlar birbirinden ayrılırken ya da ayrılmaya çalışırken, birleşmenin ve bütünleşmenin şahikası Avrupa Birliği ayrılık rüzgarlarıyla sarsılırken, iki halkın bir arada yaşaması ancak ortak aidiyet yaratmaları, belli semboller üstünde anlaşmalarıyla mümkün.
***
GKRY, yani Kıbrıs Cumhuriyeti hala kendi bayrağından çok Yunan bayrağı kullanırken, kutlamalarını ve anmalarını Türkleri yok sayan anlar üstüne kurgularken, muhataplarının ortak vatanı yaratacak ortak dile sahip çıkmalarını beklemeleri anlamsız. Güvenlik garantileri konusunda da umarım daha fazla ısrarcı olmazlar. Ayrıca anlamaları gereken bir başka unsur da AB’nin cazibesini son on küsur yılda kaybettiği, AB üyesi olmak uğruna Türklerin “gereğinden fazla” fedakarlığa hazır olmadığı.
En çok da devlet kurmanın, kurulacak devletin çatısı altında bir arada yaşamanın mekanik koşulların yerine gelmesiyle mümkün olmayacağını anlamalılar. Ülke kurmak kurucu unsurların birbirini sevmesi, sayması, yakınlık duyması, sevemiyorsa bile varlığına tahammül etmesiyle mümkündür. Sevgiyi ortak değerler ve/veya ortak düşmanlar yaratır. Kıbrıs’ta ise ne ortak değer, ne de ortak düşman vardır. Var olan tek şey etnik milliyetçi reflekstir. Birleşmek için bu refleksin terk edilmesi, ortak aidiyet duygusunun yaratılması için çaba harcanması gerekir…