Türkiye’de ve aslına bakarsanız pek çok ülkede muhalefetin kendine biçtiği görev genellikle iktidarın yaptığını eleştirmektir. Eleştiri yapılanın niteliğinden ve içeriğinden bağımsızdır. İktidar ne yapıyorsa eleştirilmeli mantığına dayanır. Önerdikleri çözümler de kendileri iktidarda olsa uygulamaya koymayacakları mahiyettedir.
Bu nedenle siyaset sahnesindeki çok geniş bir alan iktidara terk edilir. Ekonomiden dış politikaya seçmen gözünü iktidara diker, ancak bariz bir başarısızlık halinde muhalefetin iktidar şansı oluşur. Bir de siyaset aidiyetler üstünden yapılıyorsa, iktidar baskın toplumsal kırılmanın daha ağırlıklı tarafında duruyorsa, muhalefetin hep muhalif kalma olasılığı güçlenir.
Ama şimdi bu Türkiye’de değişiyor. Ana muhalefet partisi bir süre önce kendini aşıp başörtüsü korkusundan kurtuldu, ardından da mütedeyyin kesimlere açıldı. Lider değişikliğini takiben de diyalog kanallarını açtı. Özgür Özel iktidar bloğunun iki ayağıyla da görüştü. Ardından da bir gazeteye yaptığı açıklamayla dış politikaya sahip çıktığını anlattı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı görüşmede yurt dışı temaslarına ilişkin dosya sunduğunu, görüşmelere gitmeden önce Dışişleri’inden bilgi almak istediğini söyledi. İktidara gelirlerse Türkiye’nin kazanımlarından taviz vermeyeceğini belli etti. Hepsinden önemlisi de iktidara ait olan bir alana muhalefet olarak el attı.
Fakat ilginç bir şekilde Özel’in bu açılımından iktidara yakın kanaat önderlerinden ziyade partisini destekleyenler mutlu olmadı. Daha önce Kılıçdaroğlu’nun geleneklerine bağlı, inancı önemseyen kesimlere karşı açılımını eleştirenler bu kez de Özel’in iktidar alanına girmesine ve müzakereci bir teknik benimsemesine mesafe koydular.
Görünürdeki endişeleri bu tarz politikalarla iktidarın güçleneceği, yaptıklarından en azından bazılarının seçmen tarafından makul kabul edileceği. Sanırım arka planda biraz da akla kazınmış, tarih içinde şekillenmiş aidiyetler, kendini aşıp gerçekleri görmedeki zorluklar var. İktidar baskısından boğulmuşluk da muhtemelen açılımların hedefini anlamalarına engel oluyor.
İktidarın ömrünü uzatabileceğine inandıkları her türlü açılıma, hatta Türkiye’nin hukuk devleti olma yolunda ilerlemesi olasılığına, sembol davalarda adaletin tesisine dahi kuşkuyla yaklaşıyorlar. İktidarın ancak eleştiri, pandomime varan polemikçi tavırla, kategorik zıtlaşmayla devrilebileceğini düşünüyorlar.
Özcü bir anlayışları var. Bana hep Türkiye batsın, dibe vursun da iktidar gitsin derlermiş gibi geliyor. Oysa Türkiye’yi batırmadan, insanları daha da zor durumda bırakmadan, dış politikadaki kazanımlardan taviz vermeden, herkesi haklı bizi haksız görmeden de iktidara talip olmak mümkün.
CHP şimdi bunu yapıyor. İktidarın alanlarına el atıyor. İBB başta olmak üzere belediyeleriyle refah dağıtıyor, yardım kampanyaları düzenliyor, ucuza ekmek satıyor, Beltur gibi işletmeleriyle iyi ve kaliteli hizmeti erişilebilir fiyatlara sunuyor. İktidarın alan sınırlamak için attığı her adım da siyasi anlamda geri tepiyor.
Ana muhalefet dış politikada artık ben de varım diyor. Keşke CHP çok daha önceden böyle şeyler yapabilseydi. Kılıçdaroğlu mesela Amerika’ya gittiğinde hali vakti yerinde insanları Türkiye’ye gelmeye ikna etmek yerine düşünce kuruluşlarında F-35/S-400 denklemini kırmaya, ABD’nin Suriye’deki varlığını herkesin duyacağı şekilde eleştirmeye öncelik verseydi.
Yıllar önce bunu sadece CHP’lilere değil muhalafet kanadının diğer önemli parti liderlerine de fırsat buldukça dillendirmiş, ülkenin sorunlarına siz sahip çıkın, AB’yi ve ABD’yi yapmadıkları için eleştirin, Brüksel’e, Washington’a gidin demiş ve bu konuda yazılar yazmış biri olarak Özel’in dış politikayı sahiplenmesinden mutluluk duyduğumu belirtmem gerek.
Çoğumuz farkında olmasak da CHP artık iktidarın üstüne oturduğu zemini sarsıyor, altındaki halıyı çekiyor ve Türkiye’yi daha iyi, daha huzurlu bir yer yapmak için müzakereye hazırız diyor. Ben iktidarın çıkar ve beklentilerinin CHP farklı bir politika benimsedi diye değişmesini, daha önce de yazdığım gibi ülkenin bir hukuk cenneti olmasını, tüm sorunlarımızın çözülmesini beklemiyorum.
Sinan Ateş cinayeti iddianamesi de zaten ayaklarımın yere basmasına yeteri kadar yardımcı oluyor. Trafikteki çakarlı araba bolluğu ise bir yandan iddianameyi hatırlatırken diğer yandan nasıl büyük bir imtiyazlı sınıf yaratıldığını gösteriyor. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmeyeceğini, iliklerimize işlemiş nepotizmin, kayırmacılığın, yolsuzluğun kolay kolay bitmeyeceğini biliyorum.
Ancak bu tür bir muhalif politikanın, gereğinde eleştirmenin, gereğinde sahip çıkmanın, insanların aidiyetlerine ve kimliklerine saygı göstermenin, iktidarın alanlarını ele geçirmek için strateji geliştirmenin CHP’ye de Türkiye’ye de iyi geleceğine inanıyorum. Bu nedenle pek adetim olmadığı halde iç politikaya ilişkin yazıyorum.
Umarım Özel kendi cenahından gelen eleştirilerden etkilenerek duruşunu, siyasete bakışını değiştirmez.
İktidarın alanını işgal etmeyi, emeklilerin maaşlarından dünya siyasetine sorunlara sahiplenmeyi sürdürür. Benzeri önemli illerin CHP’li belediye başkanlarınca da yapılır. Geçmişin kötü emsallerini taklit etmek yerine kendilerine tanınan temsil gücü siyasetin farklı alanlarında kullanılır.
İBB Başkanı İmamoğlu’nun Cuma akşamı davet verdiği İstanbul’daki diplomatik temsilcilere söylediklerine benzer şeyler tekrarlanır, uluslararası toplumun Gazze’de yaşanan trajedi karşısındaki tutumu eleştirilir, yardım ve destek sözü verilir. Bu, sadece bundan sonraki seçimlerde iktidar şanslarını arttırmakla kalmaz aynı zamanda Türkiye’nin üstündeki yükün hafiflemesine ve bahse konu sorunların çözümüne de katkıda bulunur…