Biz dediğimizde genellikle yakın çevremizi, ailemizi, etnik ya da ulusal aidiyetimizi, bazen de tuttuğumuz takımı ya da mesela yaşıtlarımızı kast ederiz. Ama çok azımız insanlığın tümü anlamında bir Biz’den söz eder. Çünkü biz ötekini gerektirir.
İnsanlığın karşısında distopik filmlerde gösterilen akıllanmış maymunlar, duygusu, zekası olan makinalar ve uzaydan gelen canavarlar dışında gerçek bir meydan okuma olmadığından insanlar insan olma ortak noktasında buluşamazlar.
Birbirlerini sürekli ötekileştirirler. Kimlikler, aidiyetler yaratırlar. İngiliz, Alman, Türk, Arap ve hatta Avrupalı, Asyalı, Afrikalı ya da başka bir şey olurlar. Kendilerini inançlarıyla tanımlarlar. Nefret ederler, birbirlerine öldürürler. Ancak dünyalı olamazlar. Pek çok değişken onları oldukları gibi kalmaya teşvik eder.
Ne küreselleşme, yani ekonomik karşılıklı bağımlılığın artması, ne de dünyanın ardı ardına gelen iletişim devrimleriyle küresel bir köye dönüşmesi evrensel bir aidiyet hissinin oluşmasına yol açar. Tam tersine daha çok taraf tutmamıza, küreselleşmeyi eleştirmemize, zaten bizden olanın yanında yer almamıza neden olur.
Salgın, hastalık, felaket hiçbir şey ortak paydada buluşmamızı sağlamaz. Bizleri ortak bir değer etrafında bir araya getirecek en makul enstrüman olan 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bile bir yandan insancıl hukuk istisnası, diğer yandan ortaya çıkarttığı bölgesel rejimlerle insan olduğumuzu hatırlamamıza yardımcı olmaz.
Uygulamada da insanlar ırkları, dinleri ve cinsiyetleri yüzünden ayrımcılığa uğrarlar. Dünyanın en demokratik olan, en azından öyle olduğunu iddia eden ülkesinde dahi ırk ayrımcılığı varlığını en ağır biçimiyle sürdürür. İnsan hakları araçsallaştırılır, ekonomik ve siyasi menfaatler için kullanılır.
Türkiye gibi pek çok ülkede ise insanlar kendilerinin insan olduğunu unutup insan hakları normlarını eleştirirler, benimsemeleri gereken prensipleri yererler. İnsan olmak, doğuştan geldiği söylenen haklara sahip olmak bizi birleştirmez, ortak bir aidiyetin oluşmasını sağlayamaz.
Evet, bin yıllar öncesinden başlayan kültürel etkileşim insanlığı zenginleştirdi. Bugün müzik, edebiyat, sinema ve sosyal medya vasıtasıyla birbirimizi iyi tanıyoruz. Birbirimize benzer şeyler giyiyoruz, benzer şeyler yiyoruz. Fakat benzeşerek bir üst kimlik yaratamıyoruz. İnsan olmamız yüzünden kendimize dünyalı diyemiyoruz, dünyalı gibi hissedemiyoruz.
İnsan olmamız belli ki yetmiyor. Birilerinin, dışarıdan bir gücün kaderimizin ortak olduğunu, sahip çıkmazsak yok olacağımızı hatırlatması gerekiyor. Nedense ancak ortak bir tehdit karşısında birleşebiliyoruz. Ulus devletler, ittifaklar ya da bölgesel örgütler kurabiliyoruz. Fransa Almanya’yı birleştiriyor, Sovyet tehdidi Avrupa’yı.
Tüm dünyayı tehdit eden iklim değişikliği bizi bir adım yukarıda, dünyalı olmakta birleştir mi doğrusu emin değilim. Muhtemelen o da birleştirici olmaktan çok ayrıştırıcı bir güç olacak. Ülkeler birbirlerini suçlamayı, yangınları, selleri, göçleri önleyici tedbirleri almayı tercih edecekler. Tehdidi ortaklaştırıp, iklim krizinden bir üst aidiyet çıkmasını istemeyecekler.
Ekolojik dengenin kendini yeniden bulması için kurgulanan anlatı da ne yazık ki insanlığı birleşmesine, ortak bir aidiyet keşfetmesine yardımcı olmayacak. Kirliliğe bulunduğu atıf kadar insanlığı da suçladığı için Antroposen kavramı vicdan azabının taşıyıcısı olacak. Kapitalimizi sistem olarak sorumluluktan kurtarıp, sorumluluğu insanlık ekseninde bölüştürecek.
Antroposen ile özdeşleşen iklim krizi bizi insan olmaktan gurur duymak yerine utanç duymaya teşvik edecek. Ortak tehdide karşı tavır almamızı, beklenti ve alışkanlıklarımızı değiştirmemizi isterken ortak bir eksen etrafında birleşmemizi, ortak değerlerimizi hatırlamamızı, sınırlar, diller, dinler ve etnik kimlikler aşan bir aidiyet benimsememizi engelleyecek.
İnsan olduğumuzu, iklim değişikliğinin sınır tanımaksızın hepimizin kaderini belirlediğini anlayamayacağız. Varacağımız en mükemmel nokta değişimi durdurmak ve değişime uyum sağlamak için alacağımız tedbirler olacak. İlgili sözleşmelere taraf olacağız, BM mekanizmalarını daha çok önemseyeceğiz.
Karbon salınımını azaltacağız, yeni arabalar alacağız, ihtiyacımız olan enerjinin giderek daha azını fosil yakıtlarından sağlayacağız. Buzulların erimesine, sıcaklık dalgaları yüzünden sellerin olmasına, ormanların yanmasına üzülüp tepki göstereceğiz. Zamanında alınmayan tedbirler nedeniyle merkezi ve yerel yönetimleri eleştireceğiz.
Onlar da her zamanki gibi ülke olarak bizi hiçbir şeyin sarsamayacağını söyleyecek, eleştirileri bozgunculuk, bazen ve bazı yerlerde vatan hainliği olarak takdim edecek. Tazminatlar ödenip, dayanışma kampanyaları düzenlenecek. Olasıdır ki gelişmiş denen ülkeler şimdiki ve eski karbon salınımları yüzünden suçlanacak.
Ama insanlık ortak tehdit karşısında birleşmeyecek. Biz yine biz olmaya devam edeceğiz. Ötekileri daha çok ötekileştirip düşmanlaştıracağız. Önyargılarımızla Suriyelilere, Afganlara saldırmaya devam edeceğiz. Var olan kimliklerimizi aşmak, hatta empati yapmak için uğraşmak zorunda hissetmeyeceğiz.
Başkaları da bizden farklı olmayacak. Uzaylıları bulana, yapay zekalı robotlar insanlığı tehdit edene kadar dünya düzeni olduğu gibi sürüp gidecek. Tabii ki iklimden önce nükleer silahlar insanlığı yok etmezse. Güç dengeleri ihtirasları dengeleyebilirse. İnsanlık var olan değerlerine daha sıkı sarılabilirse. Yine de bir umut var. Onu da bir başka yazıma saklıyorum…