Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (SNHR) 8 Mayıs Tarihli raporuna göre geçtiğimiz yılın Eylül ayından bu yana İdlip bölgesinde 163’ü çocuk, 105’i kadın olmak üzere en az 544 sivil Suriye-Rusya koalisyonun gerçekleştirdiği saldırılar sonucunda hayatını kaybetmiş, 900 bin insan bulunduğu yerlerden ayrılmak zorunda kalmış.
SNHR 6 bin 800 kilometre karelik toprak parçasına sıkışmış 4 milyon 700 bin kişinin hayat standardının her geçen gün daha da kötüleştiğini, bölgeye işsizliğin, yoksulluğun hakim olduğunu ve insani yardım örgütlerinin Tahrir El Şam’ın tehditleri yüzünden bölgeden çekildiğini belirtiyor. SNHR, 26 Nisan itibarıyla da saldırıların arttığını, Türkiye’nin kurduğu gözlem noktalarının bile saldırılardan etkilendiğini yazıyor.
Raporda saldırıların nerede ve ne zaman gerçekleştiği, kaç kişinin hayatına mal olduğu tüm detaylarıyla aktarılmış. Rusya ve Suriye güçlerinin insancıl hukuku çiğnedikleri, hastanelere, okullara ve genel olarak sivillere yönelik saldırıların savaş suçu oluşturduğu vurgulanmış. BM Güvenlik Konseyi’ne, BM Genel Sekreter’ine ve BM Genel Kurul’una acil müdahale çağrısında bulunulmuş.
***
Umarız bu çağrılara bir cevap gelir, AB, ABD, BM ve dünya siyasetinde ağırlığı olan diğer önemli aktörler saldırıların durmasını, 17 Eylül’de Soçi’de varılan mutabakatla kurulan çatışmasız bölgenin korunmasını sağlarlar. Ama bana öyle geliyor ki kendileri doğrudan etkilenmedikleri, etkileneceklerini düşünmedikleri sürece ne AB ne, ne ABD, ne de başka bir ülke bu insanlık trajedinin bitmesi için ciddi bir çaba harcayacak, göstermelik açıklamalarla yetinecek, sorunu Türkiye’nin yönetmesini bekleyecek.
Doğrudur, Suriye’de çatışan çok çıkar var. Türkiye de, başka ülkeler de kendi menfaatlerini korumak amacıyla burada askeri ve siyasi varlıklarını sürdürmek, sorunun kendi beklentilerine uygun bir şekilde çözümünü sağlamak istiyor. İdlip Türkiye için insani sorunların ötesinde de önemli. Bazı ülkeler açısından Türkiye’yi İdlip üstünden sıkıştırmak, Rusya ile olan ilişkilerinde kırılma yaşanmasını sağlamak da bir seçenek olabilir.
Fakat anlamaları gerekiyor ki bu sorun tek başına Türkiye’nin sırtına yüklenemeyecek kadar ağır bir sorun. İdlip’teki çatışmasız bölge mantığı çökerse bundan sadece Türkiye zarar görmez, herkes zarar görür. Bu yüzden kimsenin, özellikle de AB’nin belli başlı ülkelerinin ellerini kavuşturup olanı biteni seyretme lüksü yok. Suriye’de pek çok konuda çıkarlar çatışabilir ama İdlip’te örtüşüyor.
***
Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan Pazartesi günü Putin ile görüştü ve yapılan açıklamaya göre sivillerin ölümünün, hastanelere ve okullara saldırılmasının terörle mücadeleyle açıklanamayacağını muhatabına iletti. Dün de Savunma Bakanı Akar Rusya Savunma Bakanı ile temas kurdu. Büyük bir olasılıkla bu görüşmeler ve temaslar saldırıların bir süre durmasına, bölgenin biraz sakinleşmesine yardımcı olacaktır.
Ancak başkaları bu teşebbüsün arkasında durmazsa, Türkiye yalnız bırakılırsa, daha önce gördüğümüz gibi bu çatışmasızlık bölgesi de Suriye güçlerinin eline geçer. Milyonlarca insan Türkiye sınırına dayanır, büyük bir göç dalgası daha yaşanır. Bu kadar kapsamlı ve ani bir insani krizle Türkiye’nin tek başına baş etmesi mümkün olmayacağı için de sonuç 18 Mart 2016 mutabakatının çökmesi ve Avrupa’ya yönelik yeni mülteci dalgası olur.
AB de bununla baş edemeyeceği, bir öncekinden çok daha büyük krizlerle karşılaşacağı için şimdiden tedbir almasında, İdlip’te yaşanan insanlık trajedisini sadece Türkiye’nin krizi olarak görmemesinde büyük yarar var. Başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin Suriye, Rusya ve hatta İran üstünde baskı oluşturmaları, İdlip’e sıkışmış Suriye sorununun askeri yöntemlerle çözülmesine razı olmayacaklarını belli etmeleri şart.
Ayrıca Suriye sadece IŞİD ve ona karşı kullanılan PYD/SDG demek değil. Suriye büyük güçlerin, bölge devletlerinin jeopolitik rekabet alanı olmasının ötesinde sizin, benim gibi insanların yaşadığı bir ülke. Hala bitmemiş iç savaşın siyasi yöntemlerle, diplomasiyle, mümkünse BM Güvenlik Konseyi kararları doğrultusunda bitirilmesi, acıların sona erdirilmesi, istikrarın ve az da olsa refahın geri getirilmesi insani açıdan da gerekli…