31 Mart seçimlerinin genel sonucu CHP açısından başarı, AKP açısından yenilgi oldu. Sandığa giden seçmen oyunu en çok iktidar ve ana muhalefet partisinin performansına, bir ölçüde de yerel yönetimlerden beklentilerine göre kullandı. İstanbul ve Ankara’daki adayların kimlikleri ve siyasi karizmaları da sonucun belirlenmesine katkıda bulundu.
Bu sonucun ortaya çıkmasına neden olan tekil faktörler üstüne yorumcular da siyasi partiler de sanırım çalışacaklar, ekonomik krizin, kibrin, hukuksuzluğun, hakimiyet uğruna mağduriyet yaratmanın, hizmet aksatmanın, tehdit dilinin ve daha pek çok faktörün oy kaybı ya da kazancında etkili olup olmadığını tartışacaklardır.
Umudum özellikle ülkeyi dört yıl daha yönetecek olan iktidar partisinin bu seçimden ders çıkartması, karşı tarafın başarısını sağlayan faktörlerden çok kendi başarısızlığına odaklanması, tartışmasını emekliler ve “tencere” ile sınırlamaması, hepsinin ötesinde de yerel ve merkezi yönetimde hizmeti aksatmaması.
Unutmayalım ki, seçimler nihayetinde ülkenin ya tamamına ya da belli bir bölgesine verilen hizmetin daha iyi yapılmasına talip olan kişi ve partiler için yapılıyor. Onlar “bizi” temsil ediyor, bizim adımıza bize hizmet sunma taahhüdünde bulunuyor. Sundukları hizmetler de çöplerimizin toplanmasından sularımızın akmasına, güvenliğimizin, esenliğimizin, refahımızın sağlanmasına kadar geniş bir yelpazede yer alıyor.
Hizmetin en olmazsa olmaz ön koşuluysa hakkaniyet ve adalet. İbni Haldun’dan Locke’a, Marx’tan Rawls’a pek çok düşünüre göre toplumsal düzenin temelini oluşturan, iktidarların meşruiyetini koruyan temel unsur da zaten bu ikisi. Machiavelli bile prensine ne yaparsan yap fakat adil görün demiş.
İktidar partisinin hem ne kadar adil olduğunu seçim yenilgisini fırsat bilip bir kez daha düşünmesi, hukukun üstünlüğü konusundaki kaygıların, sembol davalar hakkındaki kuşkuların kendilerine ilişkin kollektif algının belirlenmesinde etkili olduğunu anlaması, hem de ekonomiye verdiği zararı tazmin ederken toplumsal kesimler arasında hakkaniyetli davranması gerekiyor
Bir de intikam ya da yenilmişlik duygusuyla muhalif yerel yönetimlerin vereceği hizmetleri engellememesi. Çünkü Türkiye’nin çok sorunu var. Başta İstanbul olmak üzere hepimizin depreme hazırlanması, iklim değişikliğinin etkilerini hafifletecek tedbirlerin hayata geçirilmesi, rutin sorunların da aşılması şart.
Merkezi yönetim yerelle işbirliği yapmak, hizmeti partiliye değil vatandaşa sunmak zorunda. Ayrıca merkezdeki hizmetler de aksatılmamalı. Türkiye’nin dış ve güvenlik politikasında yakaladığı ivme sürdürülmeli, ekonomisini düzlüğe çıkartacak önlemler gecikmeden ama hakkaniyet duygusu daha fazla sarsılmadan alınmalı.
Sadece Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyulmasının, anayasasının hükümlerine sadakat gösterilmesinin dahi küresel kutuplaşmanın demokrasi ekseninden okunduğu ABD gibi ülkelerde Türkiye algısının değişmesine yol açabileceği akılda tutulmalı. Ayrıca adalet anlayışımızın da daha fazla zafiyete tahammülü kalmadığı anlaşılmalı.
Çoğumuz farkında olmasak da bizim ülke olarak bu değişime ihtiyacımız var. Dört yıl yıl daha bekleme lüksümüz ne yazık ki yok. Dünya siyasetinin devinimi çok hızlı. Yeni dengeler içinde askeri gücümüz, diplomatik başarımız kadar algımızla da konumlanmalıyız. Mayıs başında gerçekleşeceği söylenen Washington ziyaretinden maksimum faydayı sağlamalıyız.
Çok umutlu olmasam da ben Pazar gecesi yapılan balkon konuşmasının yeni bir başlangıç olacağına, iktidarın yenilgiden muhalafetin de başarıdan dersler çıkartacağına inanmak istiyorum. Van’da yaşanan tartışmalı hukuki tasarrufun yasal yöntemlerle telafisini, seçmen iradesinin tecellisini bekliyorum. Tabii ki başta İstanbul, Ankara büyük şehir belediye başkanları olmak üzere kazanan herkesi kutluyorum…