Eğer dünyanın bambaşka bir köşesinde değilseniz bu sabah uyandığınızda takvimin 13 Aralık 2020’yi göstermesi gerekir. Yarın sabah uyandığınızdaysa 14 Aralık 2020’yi. Bir sonraki sabah 15 Aralık’ı, daha sonrası ise 16 Aralık’ı. Saatler tam 24.00 olduğunda yeni bir güne başlamanız, zamanın akıp gitmesi, her günün, saatin, dakikanın, hatta saniyenin yeni şeyler getirmesi beklenir. Zaten normal olan budur. Zaman kendini tekrar etmez. 13 Aralık 2020’yi yeniden yaşayamazsınız.
Tabii ki, 1993 yapımı Groundhog Day (Türkçeye “Bugün Aslında Dündü” olarak çevrilen Köstebek Günü) filminde yılı belirsiz 2 Şubat gününü onlarca, belki de yüzlerce kez tekrar tekrar yaşayan Phil (Bill Murray) değilseniz. Filmin geçtiği, köstebeklerin davranışlarından kışın süresini kestirmenin festivale dönüştürüldüğü Punxsutawney kasabasında yaşamıyorsanız. Çünkü onlar günün her tekrarında aynı yerde aynı şeyleri yapıyorlar. Kimileri sigorta poliçesi satmaya, kimileri dilenmeye, kimileri tabakları raflara yerleştirmeye çalışıyor.
* * *
Her gün aynı restoranda aynı insanlar oturuyor, aynı saatte aynı kazalar oluyor, aynı tabaklar kırılıyor. Kar fırtınası yüzünden dünyayla bağı kopmuş kasaba zamanı bize içinde yaşanan bir fiziki mekan olarak sunuyor. İnsanlar kendileri için önceden belirlenmiş rolleri oynuyor. Talihleri sadece tek iradi seçim hakkına sahip bırakılan Phil tarafından değiştirilebiliyor. Phil onları bazen üzüyor, bazen sevindiriyor, bazen kurtarıyor, genellikle de şaşırtıyor. Birkaç saniye sonra olacakları, söylenecekleri biliyor.
Ancak tarih tekerrür ettiği için Phil ne onların gelecekleri, ne de kendi geleceği üstünde söz sahibi olabiliyor. 2 Şubat’ın tekrar tekrar yaşanması yüzünden onun kasabanın hayatının akışını etkileyen eylemleri bir sonraki 2 Şubat’a, yani ertesi güne kadar sonuç doğuruyor. Kasaba her sabah saat 06.00’da yeniden aynı güne, daha doğrusu yepyeni bir güne uyanıyor. Phil’in işlediği suçlar, yaptığı iyilikler, yaşanan her şey bir önceki 2 Şubat’ta kalıyor. Hayat hep ilk sabahki gibi başlıyor.
Filmin senaryosunu yazan Harold Ramis ve Danny Rubin tek değişikliğin Phil’in kibirli, itici kişiliğinde yaşanmasını uygun görmüş, ona kendini “geliştirebilme” imkanı vermiş. Piyano çalmayı öğrenmesine, Fransızca şiirler ezberlemesine müsaade etmiş. 2 Şubat’ın ilk tekrarlarında Phil’den pek hoşlanmayan ve toplumsal iyiyi kişiliğinde barındıran Rita’nın (Andie MacDowell) zaman içinde onu beğenmesini, onunla birlikte olmasını sağlamış. Ortaya komedi kıvamında, kolay seyredilir, felsefi imaları olan fantastik bir aşk hikayesi çıkmış.
Vaktiniz olursa ve seyretmediyseniz Phil ile Rita’nın, ama en az onlar kadar zamanın hikayesini de anlatan, hayat gibi anın da doğrusal bir çizgide ilerlemeyebileceğini, müdahalelere açık olduğunu söyleyen bu filmi seyredin derim. İlk bakışta sığ gibi görünse de “Köstebek Günü” içinde önemli bir tartışmayı barındırıyor, zamanın farklı boyutları olabileceğini bizlere hatırlatıyor. Eflatun’dan bu yana tartışılan zaman kavramını yeniden gündeme getiriyor, ontolojisine atıfta bulunuyor.
Ben filmi hevesli amatörlere yönelik yayın yapan Philosophy Now dergisinin son sayısına katkıda bulunan Lawrence Croker’ın yazısı sayesinde keşfettim. Filmin metafiziğini anlatması, sayfalarını filmin uzun bir özetine ayırması ilginç geldi. Filmi tabletime indirip, Croker’ın makalesi eşliğinde seyrettim. Sonra Stanford Felsefe Ansiklopedisi’ne baktım. Zamanın pek çok boyutu olduğunu, göreceliğinin bile algıdan mı yoksa fiziksel uzamdan mı kaynaklandığının bildiğimin çok ötesinde uzun uzun tartışıldığını gördüm.
Fakat ne Croker’ın makalesinde, ne derginin konuya ilişkin diğer yazılarında, ne de ansiklopedide aradığımı buldum. Zaman içinde yolculuğa çıkmanın, yaşamayı tercih edeceğimiz geçmişe dönmenin, bir romanın sevdiğimiz yerlerini okumamız, bir filmin hoşlandığımız sahnelerini seyretmemiz gibi kendi geçmişimizi yeniden okumanın, yeniden seyretmenin, yeniden yaşamanın, keyfini tekrar tekrar çıkartmanın, bir zaman dilime kilitlenip kalmanın mümkün olup olmadığının tartışılmadığını gördüm.
* * *
Felsefeciler belli ki zamanın belirleyiciliği, boyutları, göreceliği gibi konular üstünde daha çok durmuş. Geçmişe dönmenin geleceği değiştirip değiştirmeyeceğini varsayımlarla tartışmış. Zaman sonlu mu sonsuz mu diye düşünmüş. Fakat kendi tarihlerimizi ve talihlerimizi yeniden yaşamayı, yaşatmayı edebiyatçılara, senaristlere bırakmış. Onlar da bize hayatlarımız yerine yarattıkları kahramanların hayatlarını önermiş. Her okuyuşta, her seyredişte bilincine varmaksızın kahramanlarını hayata yeniden döndürmemizi, hikayelerini yeniden yaşamamızı sağlamış.
Bana öyle geliyor ki yapay zeka teknolojisi bizlerin her birimizin hikayesini yazıp, okutturana, seyrettirene kadar yaşadığımız anla yetinmek, onun kıymetini bilmek, geçmişi anılarımızda, rüyalarımızda yaşamak zorundayız. Felsefeciler tartışsa, senaristler ve romancılar kahramanlarına aynı günü, aynı anı tekrar tekrar yaşatsa da bizim için sadece “şimdi” ve bir de ne olacağı, nasıl gelişeceği belirsiz “gelecek” var. Galiba en iyisi bugünü, 13 Aralık’ı yaşamak. Umut vadetse, hayallerimizi, ütopyalarımızı içerse de gelecek nihayetinde hepimiz için bitiş, yok oluş demek. İyi ve huzurlu bir Pazar günü dileğiyle…