Arap Baharı Dera üstünden Suriye’ye ulaştığında Türkiye’nin amacı o zamanlar iyi ilişkiler içinde olduğu komşusunun istikrarını korumak, reformlar vasıtasıyla sorunun görece demokratik mekanizmalarla aşılmasını sağlamaktı. Ancak telkinlerinin Esad ve özellikle de yakın çevresi tarafından ciddiye alınmaması, Türkiye’yi tedbir almaya, vekilleri vasıtasıyla soruna taraf olmaya zorladı.
Daha önce Irak’ta yaptığını düşündüğü hatayı tekrarlamamak için Suriye rejimine karşı çıkan silahlı ve siyasi muhalefeti örgütledi, Amerika ve onun koalisyon ortaklarıyla işbirliği yaptı. Çok geçmeden hem bölgenin Mısır’daki gelişmeler başta olmak üzere diğer sorunlarına bakıştan kaynaklanan hem de Suriye’nin kendi içinde yaşadığı değişim nedeniyle Amerika ve ortaklarıyla arasındaki makas açıldı.
Suriye sahası, IŞİD istilası ve Amerika’nın PKK türevlerine dayanma kararı nedeniyle Türkiye açısından çok daha karmaşık bir siyasi algoritma ortaya çıkardı. Soruna Rusya’nın aktif müdahalesi ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü de bu karmaşıklığı pekiştirdi, önceliklerin yeniden belirlenmesine yol açtı. Fiili müdahaleler gerçekleştirdi. Rusya ve İran’la müzakere ederek kazanımlarını ve çıkarlarını korumaya çalıştı.
Türkiye’nin benim görebildiğim kadarıyla öncelikli hedefi PKK’nın SDG üstünden kontrolü altında tuttuğu alanlarda devletleşmesine engel olmak, ülkesine kabul ettiği sığınmacıların en azından bir kısmının geri dönmesini sağlamak için güvenli bölgeler kurmaktı. Bu bölgeler aynı zamanda tampon görevi ifa edecek, muhtemel PKK saldırılarından Türkiye’yi koruyacak, üstelik de PKK’nın denize ulaşımını engelleyecekti.
PKK’nın devletleşmesine mani olmak için yapılması gereken bir başka şey de Amerika ile bağlantısını kopartmaktı. Bir önceki Trump Yönetimi sırasında neredeyse bu hedefe ulaşacaktı. Fakat askerleri tümden çekilmeye karşı çıktı, İran ve Rusya varlığını dengelemek için Kuzey Suriye’de az da olsa kuvvet bulundurmanın gerekliliğine ve IŞİD bahanesiyle PKK türevlerine desteklerinin devamına siyasilerini ikna etti.
Türkiye de statükonun sarsılması ve kazanımlarını konsolide etmek için ülkenin Kuzey sınırında tampon bölge ve muhaliflerle iktidar paylaşımını içeren bir uzlaşma amacıyla Esad rejimiyle müzakerelere başladı. Görebildiğim kadarıyla Rusya buna yardımcı olmaya çalışırken İran ayak sürüdü, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını kendi çıkarlarına uygun bulmadı. Belli ki Esad rejimi ve İran 7 Ekim 2023 sonrası bölgede yaşanan gelişmeleri de doğru okuyamadı.
Hamas koordinasyonu ve örtülü İran desteğiyle başlatılan saldırı bir yandan İsrail’in soykırıma varan müdahalesine yol açıp, etnik temizlik boyutlarına ulaşırken, diğer yandan bölgedeki İran ağırlığının kırılmasına, Suriye savaşında belirleyici rol oynayan İran destekli Hizbullah’ın çok alışıldık olmayan yöntemlerle hırpalanmasına yol açtı. Artık generallerini Şam’dan çeken bir İran ve gözlemci dışında Suriye’ye katkıda bulunamayan bir Hizbullah var.
Pek çok önemli gelişmenin aynı anda yaşandığı bir zaman dilimindeyiz. İran’ın kendi içine kapanıp, nükleer silahlarıyla yetinme ya da onlar üstünden Batı ile pazarlık etme olasılığı giderek güçleniyor. Bir yandan nükleer zenginleştirme hızını arttırırken, diğer yandan Dışişleri Bakanı bölge için AGİT benzeri bir örgütün kurulması çağrısında bulunuyor. Yanılıyor olabilirim ama İran İsrail karşısında yenilgiyi kabul etmiş gibi duruyor.
İran’ın bir başka müttefiki Haşdi Şabi milisleri de sadece ülkesi Irak’ın sınırlarını korumak amacıyla mobilize edilmiş durumda. Rusya derseniz kendi derdinde. Arada bir kaç önleyici hava saldırısında bulunsa da Suriye’den vatandaşlarını ve bazı haberlere göre de askeri malzemelerini, hatta askerlerini çekiyor. Amerika bariz bir şekilde HTŞ’yi destekliyor, CNN ve New York Times HTŞ’nin eski HTŞ olmadığını lideri ağzından dünyaya duyurmaya çalışıyor.
Dünya basınının ve sanırım devletlerin de genel kanaati 27 Kasım’da başlayan saldırıların arkasında Türkiye’nin olduğu HTŞ ve onunla işbirliği yapan SMO fraksiyonlarına Esad’la uzlaşma imkanı ortadan kalkınca yeşil ışık yaktığı. Bu iddiaların ne kadar doğru olduğunu tabii ki bilmiyoruz. Bildiğimiz HTŞ’nin Türkiye’nin koruması altındaki İdlip’de bulunduğu ve Türkiye’nin onun saldırılarından rahatsızlık duymadığı.
Zaten Türkiye’nin Suriye diplomasi trafiğinin merkezi haline gelmiş olması iddiaların doğruluğuna işaret ediyor, hatta Lavrov açık açık söylüyor. Bu durumsa Türkiye’ye çıkar ve beklentilerini korumak için kolay bulunmaz imkanlar sunuyor. Her ne kadar bazı yorumcular HTŞ ile SDG arasındaki anlayış birliğine ve SDG kanadından yapılan açıklamalara dikkat çekse de, Suriye’de bundan sonra hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin. Amerika’nın da yakında çekilmesi sürpriz olmaz.
Benim beklentim, Türkiye’nin önüne çıkan bu tarihi fırsatı iyi değerlendirip savaşın sonucu ne olursa olsun güvenlik çıkarlarını daha iyi koruyacağı bir siyasi ortamın yaratılması için çaba harcaması. “Bahçeli Açılımıyla” bu sürecin birleşmesini sağlaması. Suriye’de yeniden kurgulanacak düzenin tümü üstünde söz sahibi olacağı zemini hazırlaması. İran, Rusya veya Amerika’yla karşı karşıya kalmadan Suriye sorununu yönetmesi.
Aynı zamanda da hedefe farklı yollardan ulaşabileceğini, hedefinin uzun erimli güvenlik ve bölgesel istikrar olduğunu unutmaması. Kendini anlık kazanımlarla avutmaması. Büyük resmi görmeye, diplomasiyi şimdi olduğu gibi bundan sonra da öncelemeye çalışması. Ama dün Doha’da yapılan Astana formatındaki görüşmelerde ortaya çıkan tarafları uzlaştırma formülüne de çok bel bağlamaması…