Geçtiğimiz hafta Türkiye açısından önemli iki “olay” yaşandı. İlki, İsveç’in TBMM’den geçen NATO’ya katılım protokolünün Cumhurbaşkanı’nın imzasının hemen ardından Resmi Gazetede yayınlanmasıydı. İkincisi ise, Uluslararası Adalet Divanı’nın Güney Afrika’nın başvurusuna istinaden İsrail’in Gazze müdahalesinin soykırım suçu oluşturabilecek mahiyette bulduğunu karara bağlamasıydı.
İlki, Türkiye’ye kendi uçağını kullanıma alana kadar geçecek süredeki hava savunma, ileri harekat ve caydırma imkanlarını zafiyete uğratmayacak bir F-16 paketinin alınmasının kapısını açtı. ABD ve Türkiye arasında varılan uzlaşma neticesinde Biden Yönetimi Kongre’ye bildirimde bulundu. 15 gün içinde Kongre’den itiraz gelmemesi halinde satış gerçekleşecek, Türkiye’nin açığını başka kaynaklardan kapatmak için teşebbüste bulunmasına gerek kalmayacak.
Hepsinin ötesinde de bu ABD-Türkiye ilişkilerindeki ciddi bir engelin aşılmasını, iki ülkenin birbirine yakınlaşmasını sağlayacak. İsveç’in onay süreciyle eş zamanlı olarak basına sızan Suriye’den asker çekme haberleri de doğru çıkarsa, Biden Yönetimi kendi içinden gelen baskılara direnip PYD/PKK’ya dayanmak yerine resmi müttefikine güvenirse ve IŞİD kampları sorunu bir şekilde çözülürse, olasıdır ki ikili ilişkilerde sıçrama gerçekleşecek.
Bu doğal olarak ne Amerika’yla yeni sorunlar yaşanmayacağı, ne de Amerika’nın bundan sonra Türkiye’den karşılayamayacağı taleplerde bulunmayacağı anlamına geliyor. Yakında Montrö Sözleşmesi gündeme getirilirse ya da masaya Rusya, Çin veya İran’a uygulanan yaptırımlar konusunda bir talep konursa hiç şaşırmayalım. Yine de yıllardır biriken biri S-400 alımına, diğeri ABD’nin bölgesel ihtiraslarına dayanan iki sorunun çözülmesi önemli.
Nihayetinde Amerika, Amerika olmaktan vazgeçmeyecek. Eline her geçen fırsatta tıpkı başka ülkeleri ve hatta AB gibi bir devi bile yönetmeye, anlık çıkarlarına uygun şekilde davranmaya zorladığı gibi Türkiye’yi de zorlayacak. Türkiye de haklı nedenlerle farklılaşan çıkarlarıyla bundan önce olduğu gibi bundan sonra da Amerika’ya direnmeye, pazarlık etmeye çalışacak.
Demokrasi açığımız ve bitmek bilmeyen insan hakları sorunlarımız da ikili ilişkilerde karşımıza engel, daha doğrusu Amerika’ya verilmiş birer koz olarak çıkacak. Geçtiğimiz günlerde Kongre’ye Dışişleri Bakanlığı’ndan gelen F-16 bildirimine ilişkin olarak New York Times’a konuşan Maryland Senatörü Benjamin Cardin gibi etkili ve yetkili insanlar Türkiye dendiğinde hukukun üstünlüğünün eksikliğinden ve haksız yere hapsedilenlerden söz edecek.
Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan mahkemelerimizin, AİHM kararlarını tanımayan devlet yapımızın olması sadece Avrupa Konseyi ile olan ilişkilerimizde değil AB ve ABD ile olan ilişkilerimizi, yapabileceğimiz pazarlıkların niteliğini ve içeriğini belirleyecek. Meşru çıkarlarımızın korunmasında ve Adalet Divanı kararı sonrasında Filistin’in haklarını savunma kapasitemiz üstünde olumsuz etkileri olacak.
Rusya’ya, Çin’e, Myanmar’a ve daha pek çok ülkeye karşı kural bazlı uluslararası sistemi savunan Amerika, İngiltere, Almanya ve mesela Fransa karşısında Adalet Divanı’nın kararını savunmamız, onları Gazze’den, Filistinlilerden esirgedikleri destek konusunda uyarmamız, İsrail üstünde baskı kurmaya teşvik etmemiz, Anayasamıza, Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına uymadığımız sürece daha da zor olacak.
Biliyorum diyeceksiniz ki, Türkiye tüm bu sorunlara rağmen İsveç ve ondan önce Finlandiya üstünden Amerika ile pazarlık etti, istediklerinin büyük bir kısmını aldı, üstelik bu iki ülkenin PKK başta olmak üzere terör örgütlerine bakışını değiştirdi, yasal ve hatta anayasal değişikliler yapılmasını sağladı. Dahası konan ambargoları, silah ve askeri malzeme satışına getirilen kısıtlamaları kaldırttı.
Haklısınız hepsi doğru. Türkiye eline geçen NATO üyeliği fırsatını iyi kullandı, aynı anda birden fazla ülkeyle pazarlık etti, Kanada bile İsveç’in üyelik onayı ardından Türkiye’ye dron imalatında kullanılan malzemelere koyduğu ambargoyu kaldırdı. Arkası da geleceğe, diplomatik müzakereler neticesinden varılan uzlaşmalara uygun şekilde Türkiye’ye yeni imkan ve olanaklar sağlanacağa benzer.
Ama eğer Türkiye hukukun, insan haklarının olmadığı yer yerine 2000’li yılların başındakine benzer biçimde dünyaya emsal gösterilen ülke olmayı sürdürebilseydi, bir zamanlar çok sık kullanıldığı gibi at iziyle it izini ayırıp, yasalarına uygun adil kararlar verebilseydi, iktidar bloğu kendilerine yönelik samimi eleştirilerin değerini kavrayabilseydi, bugünkü pazarlıklarda çok daha iyi yerlerde olabilirdik.
Anakronizim tuzağına düşmek istemem ancak şu sıralarda F-16 yerine F-35 almamıza, haksız ve anlamsız yere konan CAATSA yaptırımlarının kalkmasına seviniyor olabilirdik. Fakat S-400’ler konusunda genel kabul gören yaklaşıma katılmadığımı da belirtmem gerek. Bence onlar sayesinde Rusya ile yakınlaştık, uçağını düşürmemizin yarattığı sorunları aşıp Suriye hava sahasında askeri operasyon yapma imkanına kavuştuk, Kafkaslarda etkili olduk.
Kapsamı geniş, tartışması uzun S-400’leri sonraya bırakıp yazıyı Adalet Divanı’nın tarihi kararına geri dönerek bitirmek istiyorum. Hamas devlet olmadığı için ateşkes talebi çıkmayan ama içinde ateşin kesilmesini, bu insanlık dışı operasyonun bitirilmesini ve İsrail’in 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin ikinci maddesinde yer alan suçların tekerrür etmemesi için bundan sonra yapacaklarını bir ay içinde Divan’a rapor etmesini talep eden kararı önemli buluyorum.
Bu karar hem İsrail ve ona açık destek veren ülkeler üstünde baskı oluşturacak, hem de Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Gazze’de işlenen suçlar konusunda daha aktif olmasına yol açacak diye umuyorum. Beklentim, Türkiye’nin de bu baskı mekanizmasının parçası olması, kararın iki devletli çözüm çabalarına ve bölgenin istikrarına, hayatından, evinden-barkından olan insanlara adalet sağlamasına katkıda bulunması…