Türkiye’nin en güçlü kurumlarından biri hiç şüphesiz ki Dışişleri Bakanlığı. Tabii ki sorunları var, Türkiye’nin dış politikası da çok farklı olabilir. Ama yine de güçlü, orantısal olarak da mutlak anlamda da. Pazartesi günü Ankara’da açılış oturumuna katıldığım 11. Büyükelçiler Konferansı’nda Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun hatırlattığı gibi 142 ülkede ve 13 uluslararası örgütte temsilciliğimiz var.
Toplamda 243 misyonla dünyanın ilk beş temsil ağından birine sahibiz. 38 Büyükelçiliğimiz yoğun istikrarsızlık bölgelerinde, 15’i doğrudan çatışma tehdidi altında, 31’i de açlık, kuraklık ve salgın hastalıkların bol olduğu ülkelerde. Yani diplomatların hayatı aslında hiç kolay değil. Batı’da bile zor şartlar altında çalışıyorlar. Ellerinden geldiği kadar ülkelerini temsil etmeye, çıkarlarını korumaya, yurt dışındaki vatandaşlarına hizmet vermeye gayret ediyorlar.
Washington, New York, Paris gibi başkentlerdekilerin dahi gündemleri, işleri yoğun. Üstelik de tehdit altındalar. Bazen temsilciliklerimize saldırılar oluyor, bazen de temsilcilerimize. Asala terörü yüzünden hayatını kaybedenlerin sayısı 31. Geçtiğimiz günlerde Kuzey Irak’ta da bir diplomatımızı kaybettik. Bir de ölümle son bulmayan olaylar var ki onlar da hiç hafife alınacak gibi değil.
***
Ancak asıl hafife alınmaması gereken Bakanlığın bünyesinde birikmiş olan insani sermaye, bilgi birikimi ve tecrübe. Pazartesi sabahı Sheraton Oteli’nin lobisinde açılışı beklerken ve sonrasında karşılaştığım, konuştuğum, bazılarını yakından tanıdığım diplomatlar tecrübeleri ve bilgi birikimleriyle bu ülkenin şansı. O küçük lobide sadece mesleklerinde değil meslekleri dışında yaptıklarıyla da göz dolduran çok insan vardı.
Umarım bu toplantı ve daha sonra yapılacak istişare toplantıları sırasında onların vizyonlarından, bilgi ve tecrübelerinden politika geliştirme aşamasında da etkin şekilde yararlanma imkanı doğar. Türkiye’nin sorunlarının çözümü için o sorunlara doğrudan muhatap olanların da görüşleri alınır, siyaset yapım süreçleri içinde etkili olmaları sağlanır. Bakan’ın konferansı açış konuşmasında ifadesini bulan “görevleriyle” yetinilmez.
Onların görüşlerinin siyaset yapım sürecine daha fazla katılması Türkiye’nin daha rasyonel, imkanlarıyla daha orantılı, çıkarlarıyla daha örtüşen bir politika izlemesine yardımcı olabilir. Fakat Irving Janis’in ilk baskısı 1972’de yapılan kitabında (Victims of Groupthink) bize gösterdiği gibi bu süreç dünyanın en rasyonel politikalarının üretildiğini varsaydığımız yerlerde bile kolay işlemez. Sistemin dizayn edilmesi gerekir.
Çünkü her türlü karar alma sürecinde, özellikle de kriz anlarında, birbirini tanıyan, kararların alındığı grubun uyumunu önemseyen, bu uyumdan mesleki kariyeri anlamında beklentisi olan insanların bulunduğu bir yerde katılımcılar doğru olmadığını, beklenen sonuçları ortaya çıkartmayacağını bildikleri önerilere itiraz etmezler, grubun genel eğilimlerine, grup liderinin temayüllerine uyarlar. Bu da hatalı kararların alınmasına yol açar. Şirketler para kaybedebilir, fakat hatalı karar devlet düzeyinde verilmişse kayıplar çok daha ağır olur.
***
O zamanlar Yale Üniversitesinde çalışan Janis, Domuzlar Körfezi Çıkartması, Pearl Harbour saldırısı, Kore Savaşı’nın ve Vietnam Savaşı’nın bazı evrelerindeki karar alma süreçlerini olumsuz örnekler, Küba Füzeleri Krizini ve Marshall Planı’nın hazırlanmasını olumlu örnekler olarak incelemiş, grup düşüncesinin semptomlarını, sebeplerini, önlemek için yapılması gerekenleri anlatmıştı.
Neredeyse tüm dış politika derlemelerinin, ders kitaplarının ayrılmaz parçası olan Janis’in “Grup Düşüncesi” teorisi çok eleştirilmiş olsa da tespit ve tavsiyelerinin büyük bir kısmı günümüzde de geçerli. Başta şeytanın avukatlığını özendirme ve özgür düşünce ortamını sağlamak olmak üzere pek çok tavsiyesi rasyonel karar vermenin hala olmazsa olmazları arasında sayılmakta.
Yine de belirtmek gerekir ki Janis sadece bir örnek. Bu konularda yapılmış çok araştırma, araştırmalardan çıkan çok sonuç var. Eminim Dışişleri Bakanlığı çalışanları da kendi tecrübelerinden hareketle doğru kararların hangi şartlar altında alındığını biliyordur. Belki önlemler çoktan alınmış ve kararlar olabilecek en rasyonel şekilde veriliyordur. Kim bilir belki de sorun süreçte değil başka yerlerde, konjonktürde, güç dengelerinde ya da kararların kendisindedir…