Goliascı şairlerin sözleri Orff’un müziğiyle birleşince…

Mensur Akgün

Golias, Orta Çağ Avrupa’sında yaşamış bir ozan papaz. Yaşayıp yaşamadığı da aslında şüpheli. Zaten papaz olup olmadığı da. Ama belli ki döneminin varlıklı teoloji öğrencilerini etkilemiş ve adına istinaden bir tür cemaat bile kurulmuş. Hayata, kadere ve kilisenin baskısına isyan eden öğrenciler ona atfen şiirler yazmış.

1225-1230 yılları arasında da bu şiirler toparlanıp 112 sayfalık bir antoloji oluşturulmuş. Bundan dört yüzyıl sonra da bir Bavyeralı dil bilimcisi, Johann Andreas Schmeller benim de bildiğim ve yıllar önce mutfağında birkaç kez yemek yediğim Münih yakınlarındaki Benediktbeuern Manastırı’nın kütüphanesinde bu şiirleri bulup yayınlamış.

Tam doksan yıl sonra kendisi de bir Bavyeralı olan Carl Orff şiirlerden bazılarını alıp bestelemiş ve ortaya zevkle dinlenen bir eser çıkartmış. Geçtiğimiz hafta İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından AKM’de sergilenen muhteşem uyarlamasından sonra olduğu gibi sahneye konduğu hemen her yerde coşkuyla karşılanıp ayakta alkışlanmış.

Coşkunun, çoğu Latince, bazıları da Almanca, Fransızca ve Latince karışımı olan şiirlerden kaynaklandığını söylemek zor. Çünkü artık Almanların ya da Fransızların dahi anlayamayacakları bir dilden söz ediyoruz. Eserin sonundaki başındaki kadere isyan çevrildiğinde kulağa ve akla hoş gelse de duyguları alıp sürükleyen bence müziği.

1937’de Nazi Almanya’sını da, 27 Nisan Cumartesi akşamı AKM seyircisini de, YouTube’daki onlarca yorumundan biri olan Davis Senfoni Orkestrasının performansını dün itibarıyla izleyen 26 milyon 287 bin 228 kişiyi de heyecanlandıran, salona ya da ekrana bağlayan şey ritmi ve Wagnervari ihtişamı olmalı.

Eugene Ormandi yönetimindeki Philadelphia Orkestrası’nın seslendirdiği Carmina Burana’yı 1980’li yılların başında Nothing Hill’deki ikinci el plakçıdan aldığım günden bu yana ne zaman dinlesem bana içinden hep bir Wagner çıkacakmış gibi gelir. Amatör aklımla Orff’un eserinin oldum olası bir “Gesamtkunstwerk” olduğunu düşünürüm.

Orff ve Wagner arasında siyasi görüşler açısından da bağlantı var mıdır doğrusu bilmiyorum. Bildiğim Orff’un, Wagner gibi anti-semitik olmadığı ancak Nazizme aile kökenine rağmen çok da uzak durmadığı. Hakkında yazılan kitapların bazılarının onu suçlayıp, bazılarının akladığı.

Yine de bu tartışmaların eserinin cazibesini, çekiciliğini ve ihtişamını etkilemediğini, etkilememesi gerektiğini belirtmem gerek. Hafta içinde kaybettiğimiz Paul Auster’in Yazı Odasında Yolculuklar kitabında kahramanı Bay Boş’a söylettiği gibi ne de olsa eser her zaman yaratıcısının önüne geçer, ondan sonra da bazen sayfalarda, bazen de notalarda yaşar.

Eğer biraz müzik seviyor, sanatın herhangi bir koluna ilgi duyuyorsanız 15. İstanbul Opera ve Bale Festivali kapsamında 1-14 Haziran tarihleri sahnelenecek olan bu müthiş görsel ve işitsel gösteriyi kaçırmayın derim.

Eminim siz de Türkiye’de opera ve balenin geldiği düzeyi, AKM’nin teknik imkanlarını, sanatçıların performansını gururla izleyecek, koreografinin ihtişamından etkilenecek, Orff’un hazzı hezeyana dönüştüren bestesini zevkle dinleyeceksiniz.

Vakit ya da imkan bulamayanlara veya bu pazar ilginç ne yapsam diyenlere, özellikle de Carmina Burana’yı hiç dinlememiş, izlememiş olanlara önerimse cep telefonlarından, tabletlerinden, bilgisayarlarından dinlemeleri. Hiç biri canlı performansını ikame edemese de YouTube, Spotify benzeri kanallarda çok etkileyici örnekleri var.

Ayrıca sözleri de etkileyici. Bu konularda çalışan Çiğdem Dürüşken okumaya başladığımızda şiirlerin bizi baharın başlangıcı gibi karşılayacağını, toprağın yeşermesini hissettireceğini, neşesine katacağını, doğanın soluğuna hercai gönülleri karıştıracağını, dünyevi tutkuların öneminin hatırlatacağını söyler.

Ama şiirlerin içinde isyan da vardır. Ortaçağın gezgin, bezgin ve biraz da hedonist şairleri kaderin ay gibi olduğundan, bir büyüyüp bir küçüldüğünden, hayatın ihanetinden, bir ezip, bir sevdiğinden, arzulara oyun ettiğinden, mutluluğun gelip geçici olduğundan, feleğin zalimliğinden söz eder Orff’un eserinin başında.
Büyük bir koro baskın vurmalı ve üfelemeli çalgıların eşliğinde “O Fortuna” diyerek bize bu şiiri söyler ve hemen her dönemde seyircisinin duygularını yakalayıp tercümesini okumasa anlayamayacağı kelimelerinin peşinden sürükler. Sözler kadar insanlar da bu çoşkun müziğin içinde kaybolur. Ya zamanın anlatısında erir ya da gündelik dertleri arasında…

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.