Bir kaç istisnai dönem dışında Türkiye-Yunanistan ilişkileri hep sorunlu, krizli, hatta çatışmalı oldu. Yunanistan imparatorluk Türkiye’sinden bağımsızlığını aldığı günden itibaren Türkiye aleyhine genişlemek için askeri ve diplomatik çaba harcadı, çoğunda da başarılı oldu.
Önce anakarasını genişletti, ardından daha da genişletmek için Anadolu’yu işgale kalkıştı. Arada Girit’i, sonra da Ege adalarının neredeyse tamamını ele geçirdi.
1950’lerden itibaren Kıbrıs’a odaklandı. Ancak 1974’de yaptığı hamle başarısızlıkla sonuçlandı. Uzunca bir süre Kıbrıs’ı kendi çıkarlarına en uygun şekilde, Türkiye ve Türklerin haklarını 1960 kazanımlarının gerisine götürerek yeniden birleştirmeye çalıştı.
Neredeyse eş zamanlı olarak da Ege ve Akdeniz’deki egemenlik alanlarını genişletmek, bu denizlerin sunduğu iktisadi ve hukuki imkanlardan Türkiye’yi mahrum bırakmak için elinden geleni yaptı.
10 millik hava sahası ilan etti. 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi hükümlerini tek taraflı olarak yorumladı. Adaları için kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölgeler ilan etti. Karasularını hakkaniyete uymayan şekilde genişletebileceğini açıkladı.
Zaman zaman Türkiye ile uzlaştı ama en çok da kendisini karşısında ve karşıtlığında konumlandırdı. Bunları yaparken de yanına her zaman bir veya bir kaç büyük gücü aldı.
Hiç şüpheniz olmasın ki Türkiye’nin zaafiyetlerinden de yararlandı. Mesela Türkiye’nin son 10 yılına damgasını vuran imaj erozyonu ona sadece üyesi olduğu AB’yi arkasına almasında ve ABD ile özel ilişkiler geliştirmesinde değil Arap dünyasına açılmasında da büyük avantaj ve kolaylık sağladı.
Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan ile özel ilişkiler geliştirdi. Bugün Yunanistan Fransa ile özel bir ittifakı olan, ABD’ye sınırımızın hemen yanında asker konuşlandırma imkanı sağlayan bir ülkeye dönüştü.
Başka bir deyişle bundan önceki dönemlerden farklı olarak Türkiye ile kapsamlı bir çatışma olasılığını ciddi şekilde zayıflattı, daha da önemlisi Türkiye’nin güç kullanma tehdidinin inandırıcı olabilmesi potansiyelini azalttı, Türkiye’nin elindeki önemli bir kozu, asimetrik gücünün kendisine sağladığı ikna potansiyelini neredeyse ortadan kaldırdı.
İki ülke arasında çatışma ve zayıf olmakla birlikte savaş bile çıkabilir. Fakat bu olasılık Yunanistan üstünde artık eskisi kadar caydırıcı etki yaratmaz. Çok olasıdır ki kriz yönetimiyle, bilinçli tırmandırmayla, brinkmanship’le Türkiye’nin üçüncü tarafları harekete geçirmesi, istediği ya da istediğine benzer bir sonucu elde etmesi kolay kolay mümkün olmaz.
İki ülke arasında tırmanan her kriz Türkiye’nin zararına sonuçlar doğurur, Yunanistan’ın bizden çok daha yakın olduğu AB ve ABD’nin onunla daha fazla dayanışma göstermesine yol açar. Bu belki iç politikada her iki tarafın da işine yarar ancak benim görebildiğim kadarıyla Türkiye’nin işine yaramaz, sorunların bizim lehimize çözümüne yol açmaz.
F-300’lerin Türk uçaklarına kilitlenmesi dahi Amerika’dan gelen son açıklamalarda gördüğümüz gibi F-400 sorunun çözümüne yardımcı olmaz. CAATSA derler ama F-35 programından neden çıkarıldığımızı söylemezler. F-16 satışı ve modernizasyonu için dahi Yunanistan’ın 10 millik hava sahası tezini kabul etmemiz gerektiğini ima ederler.
Başka ülkelerin elinde Rus silah sistemleri F-35 projesini tehlikeye atmazken bizimkilerin atacağını iddia ederler. Yunanistan’la kriz derinleştikçe de bizim değil onun yanında dururlar.
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın farklı bir hissiyatla yazdığı Rüştü Şardağ’ın bestesiyle ölümsüzleştirdiği şiirinden hareketle yaptığımız açıklamalar da Yunanistan’ın kendi pozisyonunu dünyaya daha iyi anlatmasına, neden bazı adaları antlaşmalara aykırı olarak silahlandırdığını, neden uluslararası desteğe ihtiyaç duyduğunu meşrulaştırmaya yarar.
Kısacası imayla da olsa tehdit, genel anlamda diplomasinin bir aracı olmasına rağmen ikili ilişkilerin ve Türkiye’nin özel durumunda bize yaradan çok zarar verir. Yıllardır Yunanistan’ın elinde olan adaların hukuki statüsünü tartışmaya açmaya kalkışmak ise bu zararı katlar.
Yapılması gereken diplomasiye ağırlık vermek, taleplerimizi ve beklentilerimizi BM, NATO ve benzeri örgütler kadar Türkiye’de de hukuki terminolojiyle anlatmaktır. Türkiye’nin vereceği mesaj revizyonist olamaz. Çünkü istediğimiz statükoyu korumaktır.
Bence Yunanistan’ın diplomasiden, egemenliğe her alanda aleyhimize genişlemesini diğer çıkar ve beklentilerimizi riske atmadan durdurmanın yolu en çok dünyayı ikna etmekten geçmektedir. Güçlü olmak ve güçlü durmak tabii ki şarttır fakat güç kullanma tehdidinde bulunmak değil…