Adettendir, bu tür yazılar genellikle iki ülke ilişkilerinin tarihine atıfta bulunarak başlar.
Yazarın niyeti ilişkilerin gelişmesini, normalleşmesini telkin etmekse iyi taraflarına, yok karşı tarafı suçlamaksa kötü taraflarına referans verir. Tarihte nasılsa her ikisini de bulmak, hem iyiden, hem de kötüden emsal çıkartmak mümkündür.
İsterseniz Beyazıt’ın 1483’de Paris’e elçi göndermesinden ya da ilk Fransız Büyükelçisi Jean de la Forest’in 1535’de İstanbul’a gelişinden başlayabilirsiniz. Veya Napolyon Savaşları’na, Fransa’nın 1798’de Mısır’ı işgaline, I. Dünya savaşı sırasında farklı kamplarda çatışmamıza, 1915’de Çanakkale Boğazı’nda batırılan, ağır hasar verilen Fransız gemilerine, mesela Bouvet’e dayandırabilirsiniz.
***
Ben ikisini de yapmıyorum. Çünkü pek çok ülkeyle olduğu gibi Fransa ile de çıkarlarımız uyuştuğunda, ortak bir tehdit gördüğümüzde uzlaşmışız, çatıştığında ve hatta farklı kamplarda yer aldığımızda savaşmışız. Fransa Türkiye’nin imparatorluk döneminde de, Cumhuriyet döneminde de “modernleşmesinin” itici gücü olmuş, okur-yazarları en çok Fransa’dan etkilenmiş. Sanat ve edebiyat büyük ölçüde Fransa’dan “ithal” edilmiş.
Şimdi bir kez daha çıkarların çok uzlaşmadığı bir dönemden geçiyoruz. Suriye’de, Libya’da farklı grupları destekliyoruz. Kıbrıs söz konusu olduğunda onlar hiç tartışmaya yer bırakmayacak şekilde Rumların, biz de doğal olarak Türklerin yanındayız. Fransız şirketi Total Kıbrıs Cumhuriyeti adına hareket eden GKRY’nin keyfine göre belirlediği MEB’de (Münhasır Ekonomik Bölge) gaz çıkartmaya çalışıyor. Biz itiraz ediyoruz, hatta engelliyoruz.
Diğer yandan örtüşen çıkarlar da var. Fransa Türkiye’deki en büyük yatırımcılardan biri. Ticaretimiz iyi. 650 bin kadar insanımız Fransa’da yaşıyor. NATO’da da birlikteyiz. Pek çok uluslararası örgütte ortak tavır ve politika belirliyoruz. Evet, Fransa bizi oldum olası AB üyesi olarak görmek istemedi. Kıbrıs konusunda da hiç bir zaman bizden yana olmadı. PKK’ya da her zaman şefkat ve ilgi gösterdi.
Ama Gümrük Birliği’nden bizim kadar Fransa da yararlandı. Türkiye’deki yatırımlarından kar etti. Teraziye konduğunda iki ülkenin de kazancı rekabetle, zıtlaşmayla, gerginlikle kaybedeceklerinden daha fazla. Gerekli olan sorunları yönetmek, hassas sinir uçlarını görmek. Fakat ne yazık ki Fransa, özellikle de son dönemde Türkiye’nin sinir uçlarını görmekte zorlandı. Muhtemelen eski emperyal reflekslerle, ben ne dersem o olur diye düşündü.
Yanılıyor olabilirim ama Fransa bana sanki Türkiye’den imkansızı bekliyormuş gibi geliyor. Libya’dan çekilmesini, Akdeniz’de ilan ettiği MEB’den belli ki feragat etmesini, Kıbrıs sorununu AB üyeliği ile çözülmüş varsaymasını, Ege’deki ve Akdeniz’deki meşru haklarından vaz geçmesini istiyor. Türkiye’nin gönderdiği ve eskortlarıyla koruduğu bir gemiye müdahale ederek kararlılığını test etmeye kalkıyor.
Belki Türkiye’nin artan gücünden, kendi başına hareket etmesinden, çıkarlarını korumak üzere yüzyıllardır yapmadığı, sadece kendilerinin inhisarında görünen müdahaleci politikalar geliştirmesinden de rahatsız. Pek çok ülke gibi sanırım Fransa da Türkiye’nin Basra Körfezi’nde, Somali’de, hatta Sudan’da kalıcı varlık göstermesinden huzursuz. Suriye’de oyun kurmasından, Irak’a müdahale edebiliyor olmasından kaygılı.
Jeopolitik rekabet algısının ötesinde Türkiye’nin genel imajı da Fransa’nın Türkiye’ye bakışını etkiliyor olabilir. Daha demokratik, insan haklarına daha saygılı bir ülke olsak bize karşı biraz daha farklı davranabilirler, çıkarlarımızı muhtemelen biraz daha fazla dikkate alabilirler. Ama sadece “biraz daha fazla”. Unutmayalım ki en demokratik, en reformcu olduğumuz dönemde bile Fransa Türkiye’nin çıkar ve beklentilerini dikkate almamıştı.
Kabullenmesi zor ancak artık Fransa’nın Türkiye’yi her alanda değilse bile hiç olmazsa askeri yetenekleri, küresel beklentileri ve güvenliğini doğrudan tehdit eden sorunlar konusunda kendine muadil kabul etmesinde, işbirliği yapmasında, yaptırım uygulamaya çalışmak, gemileriyle tehlikeli tırmanmaya yol açacak teşebbüslerde bulunmak yerine onu anlamaya gayret göstermesinde yarar var.
***
Fransa’nın Libya’da UMH’yi devirmek için kendince geçerli gerekçeleri olabilir. Zaten öyle olmasa Mısır, BAE ve Rusya ile ortak hareket etmezdi. Suriye’de de eminim bir oyun planı vardır. Kıbrıs da gaz ve para demektir. Ama Türkiye de önemli bir ülkedir. Dışa açılımı, çıkarlarını küresel ölçekte tanımlaması ne yenidir, ne de AKP iktidarının ömrüyle sınırlıdır. Umarım Fransa bu gerçekleri görür, Türkiye ile çatışmayı, zıtlaşmayı değil konuşmayı seçer.
Ben Fransa’nın büyük bir devlet olduğuna, Türkiye’nin en zor şartlar altında bile baskılara boyun eğmediğini bilecek kadar tarih bilgisine sahip bulunduğuna inanıyorum. Ayrıca çıkarlarının toplamını dikkate aldıklarında Türkiye ile iyi geçinmelerinin kendileri için çok daha büyük yarar sağlayacağını göreceklerine de eminim. Her alanda anlaşamasak da hayati konularda uzlaşabiliriz…