Evde kalmamız belli ki virüsün yayılma oranını düşürmeye başladı, resmi verilere göre daha az insan hastalanıyor, daha az insan hayatını kaybediyor.
Birey ve devlet olarak tedbiri elden bırakmazsak, kendimize ve başkalarına karşı olan sorumluluklarımızı hatırlamayı sürdürürsek yakın bir gelecekte hayatımızın normale, daha doğrusu yeni normale dönmesi mümkün olacağa benzer. Yeni normalde de muhtemelen pek çok şey eskisi gibi olmayacak, ekonominin yaralarını sarmak, yeni alışkanlıklara uyum sağlamak zaman alacak.
Ama umut var, bu umut da devletin her şeyi doğru yapmasından ziyade insanların yapılanları, alınan tedbirleri olumlamasından kaynaklanıyor. Dün Karar’da yayınlanan NG Araştırma’nın 27-29 Nisan tarihleri arasında 81 ilde 15 yaş üzeri 2191 kişilik örneklemle yaptığı ankete göre hafta sonu sokağa çıkma yasağını olumlu bulanların oranı yüzde 83. Tatillerle hafta sonlarının birleştirilerek sokağa çıkılması ise yüzde 77 oranında destekleniyor. Sokağa bir süre tümden çıkılmasın diyenlerin oranı biraz düşse de hala yüzde 63’de.
Görünen o ki insanlar evde olmaktan çok da mutsuz değil. Bunun bir mecburiyet olduğunun bilincinde. Hem de yaklaşık yüzde 68’lik bir oranın Korona virüsünün 2 -6 ay arası bir zaman diliminde kontrol altına alınabileceğini düşünmesine rağmen. Zorunlu olmadığında dışarı çıkmıyorlar, vakitlerini evde başta dizi izlemek olmak üzere sosyal medya kullanarak, ev işleri yaparak ve hatta kitap okuyarak geçiriyorlar.
Eskiden bu kadar kitap okunur muydu, kitap okuyorum diyenlerin hepsi gerçekten kitap okuyor mu doğrusu bilmiyorum. Ama ankete katılanların yüzde 46’sının evdeki zamanının en azından bir kısmını kitap okuyarak değerlendirdiğini söylemesi önemli. Anlaşılan araştırmacılar ne tür kitaplar okuyorsunuz diye sormamış. Fakat ne tür okunursa okunsun okumak yararlı. Bir süre sonra alışkanlık haline geliyor, sizi hiç aklınıza gelmeyecek şeyler okumaya ve düşünmeye yönlendiriyor. Önünüze yeni ufuklar açıyor.
Bir süre sonra yeni bir bilinç düzeyine, olaylara farklı açılardan bakabilme alışkanlığına ulaşabiliyorsunuz. Sanırım evde kalmanın en büyük yararlarından biri de bu olacak, daha çok kitap okuyacağız. Hayat yeni normalinde döndüğünde edindiğimiz alışkanları sürdüreceğiz. Üstelik kitap okumak da artık çok kolay. Dışarı gidip satın almak zorunda değiliz. İstersek telefonumuza, tabletimize ya da bilgisayarımıza yüklü uygulamalar üstünden alabiliyoruz. Kitapları ücretsiz indirebileceğimiz kulüpler, internet adresleri var.
Ben uzunca bir süredir Kindle, Kobo, PlayBooks, Books gibi uygulamalardan yararlanıyorum. Elektronik kitaplar basılı olanlarından hem çok daha ucuz, hem de ulaşılması çok daha kolay. Eskiden haftalar süren ısmarlama, postalama süreçleri saniyelere indi. Kitabı ille de kağıttan okurum diyenler için de bir çok yayınevi ve dağıtıcı zaten web üstünden satış yapıyor. İngilizce veya başka bir yabancı dilde okumak isterseniz Scribd gibi makul ücretli kitap kulüpleri de mevcut.
Az zamanda çok şey bilmek isteyenler için önerim yine İngilizce olmakla birlikte Blinkist, getAbstract gibi uygulamalar. Çoğunluğu iş dünyasına hitap ediyor ancak bizim gibi insanların da hoşuna gidebilecek kitapların özetleri var. Kitap yerine geçmese de kitapların okunmaya değip değmeyeceğini anlamamıza yardımcı oluyor. Storytel ise sesli kitaplarda iyi bir mecra. Türkçe telif ve tercüme kitap sayıları hiç az sayılmaz. Klasiklerin özetleri derseniz, onlar da SparkNotes’tan ulaşabilirsiniz.
Ben şu sıralarda Kobo üstünden indirdiğim Rilke’nin yazdığı tek roman olan Malte Laurids Brigge’nin Notları’nı okuyorum. Can yayınları tarafından 2006’da yayınlanmış, zamanında Behçet Necatigil’in çevirdiği sıra dışı bir kitap. 2014 yılında E-kitap formatına dönüştürülmüş ve son derece makul bir fiyattan satışa sunulmuş. Eve kapanmasaydık, salgın olmasaydı Rilke okumak sanırım önceliklerim arasında olmazdı. Sosyal medyada bulduğum şiir çevirileriyle yetinirdim.
İyi ki yetinmemişim de 1875-1926 yılları arasında yaşayan Rainer Maria Rilke’yi daha iyi tanıma imkanına kavuşmuşum. Çünkü son derece ilginç bir kişilik Rilke. Hayatla bir türlü hesaplaşamayan insanlardan. Prag’da doğuyor, Münih’te, Paris’te ve daha pek çok yerde yaşıyor. Şiirleri muhteşem. Bizim daha çok Düşünen Adam heykeliyle tanıdığımız Auguste Rodin’le çalışıyor, üstüne bir deneme yazıyor. Romanının üslup olarak empresyonizmden, Paul Cézanne’dan etkilendiği, Norveçli yazar Sigbjörn Obstfelder’den ve Danimarkalı yazar Jens Peter Jacobsen’den ilham aldığı söyleniyor.
Ancak onu, hayata bakışını, yaşamı algılayışını köklü şekilde etkileyen, duyarlılığını şekillendiren iki insan var. Biri felsefeci Friedrich Nietzsche, diğeri ise hem Nietzsche’nin, hem de kendisinin aşık olduğu zamanının ötesinde yaşayan Rus kökenli yazar, filozof, daha sonraları da psikanalist Lou Andreas-Salomé. İlginizi çekebilir diye küçük bir parantez açıp yine uygulamalar üstünden ulaşabileceğiniz Philosophy Now’ın son sayısında Nietzsche hakkında özel bir dosya hazırladığını hatırlatmak isterim.
Ne de olsa Nietzsche de en az Rilke kadar ilginç bir kişilik. Fakat daha da ilginci Salomé. Bir yandan zamanının ve hatta günümüzün ahlak anlayışına sığmayacak işler yapıyor, diğer yandan -belki de bu sayede- Nietzsche’nin anlattığı üstinsan kategorisine yaklaşıyor. Hakkında tahmin etmediğim kadar çok şey yazılmış, filimler yapılmış, romanlara konu olmuş. Bazılarına YouTube üstünden ulaşmak kolay. İçinde Freud ve Nietzsche olanını iki gün önce seyrettim. Şimdi sırada Lou var.
Bu yazıyı bitirince YouTube’a bakıp önce durduğum yerde yürüme egzersizi yapmayı planlıyorum, akşama da Cordula Kablitz-Post’un çektiği ve 2016 yılında sinemaların gösterdiği Lou (Lou Andreas-Salomé: The Audacity to be Free) filmini bulup seyretmeye çalışacağım. Umuyorum ki film de tanıtım videosu gibi güzel olacak, bana Salomé kadar, Nietzsche’yi ve Rilke’yi de anlatacak. Bir de Rilke’nin şiirlerini çevirip Instagram’da paylaşan Zeliha Eliaçık’ın yazdıklarını okumak var gündemimde.
Ama hepsinden önce NG Araştırmanın tespit ettiği yüzde 53 gibi payıma düşen ev işlerini yapmam, bir süredir beni bekleyen bulaşıkları yıkamam, yıkananları kaldırmam gerekiyor. Ondan sonra okulun CATS sitemine yüklenen ödevleri okumam, meslek kitaplarına ve dergilerine bakmam şart. Bu arada Birsen Örs’ün editörlüğünde ilk baskısı 2007’de yapılan Modern Siyasal İdeolojiler kitabını da pazartesiye kadar bitirmeyi hedefliyorum. Kitap ders kitabı fakat herkesin okumasında fayda olanlardan. Serpil Çakır’ın Feminizm bölümü ise Salomé’yi anlamamızı kolaylaştıracak, belki biraz da kendimizi aşmamızı sağlayacak mahiyette…