Ethos eski Yunancadan günümüze miras bir kavram. Etimolojik kökeninde “alışıldık yerin” yattığı söyleniyor. İçinde biraz ahlak, daha doğrusu etik duruşu olan “karakter” var. Kelime olarak Homer’e atfedilen İlyada destanında geçtiği biliniyor. Bizlerin kavrama aşinalığı ise Aristo’nun Logos ve Pathos ile birlikte onu tartışmanın üç öğesinden biri olarak tanıtmasından kaynaklanıyor.
Farklı yorumları olmakla birlikte Logos kabaca mantıklı, tutarlı söylem demek. Pathos ise farkındalık yaratıcı duygu (belki de duyarlılık) anlamına geliyor. Üç farklı ortamda üç farklı tür retorikten, ikna tipinden de bahseden Aristo, Ethos’un da üç bileşeni olduğunu söylemiş. İlki Phronesis’miş, yani yetenek ve akıl. İkincisi Arete, yani erdem. Üçüncüsü de Eunoia, yani karşınızdakine aktardığınız iyi niyet.
O benim kadar basite indirgemese de Aristo’nun ima ettiği, tutarlı bir söylem içinde karşımızdakinin duygularına hitap edersek, hassas olduğu bir noktasını yakalayabilirsek, bunu bir de karakterine güvenilen ethosu güçlü, yani akıllı, erdemli, iyi niyetli biri tarafından yapılmasını sağlarsak tartışmada başarılı olabileceğimiz, muhatabımızı ikna edebileceğimiz, bakış açısını değiştirebileceğimiz.
* * *
Nexflix’de oynayan “Bir Başkadır” dizisinin eski Yunan’dan ve Aristo’dan ne denli etkilendiğini bilmiyorum ama adının İngilizceye Ethos olarak tercüme edilmesi isabetli olmuş. Çünkü dizinin temel ve sürükleyici karakteri, “protagonisti” Meryem Ethos’un tüm özelliklerini üstünde topluyor. Anlatıdaki bazı aksaklıklara ve zorlamalara rağmen dizide Logos da yakalanıyor. Pathos derseniz bence biraz tartışmalı.
Laik diye adlandırılan kesimin, en çok da Türkiye’de farklı aidiyetlerin yaşadıklarını görmezden gelen insanların duyguları daha güçlü bir şekilde yakalanabilir, karşılarındakilere sempati duymaları daha etkin bir şekilde sağlanabilirdi diye düşündüm diziyi seyrederken. Bir de sanki bazı sahnelerin drama dozu gereğinden fazla abartılıydı.
Ama diziyi çok sevdim, baştan sonra keyifle ve hatta heyecanla seyrettim. Beni galiba aktarmaya çalıştığı mesajdan çok anlatımı, üslubu, Meryem, Yasin ve Ruhiye karakterlerini canlandıran Öykü Karayel, Fatih Artman ve Funda Eryiğit’in oyunculukları, doğallıkları etkiledi. Konuları ve duruşları farklı olmakla birlikte Öykü Karayel’i Persona’daki Liv Ullmann’a benzettim.
Dizinin yönetmeni Berkun Oya da bize Persona’daki ve başka bir çok filmindeki Ingmar Bergman’a benzer bir yöntemle ayna tutmuş gibi geldi. Bergman içimize baktırır, insan olarak kimiz, neyiz sorusuna cevap aramamıza yardımcı olurdu. Oya ise senaryosuyla, dizisiyle Türkiye kimdir, nedir sorusunu tartışmamızı sağlıyor. Bunda da “Bir Başkadır” hakkında yazılan yazıların miktarı ve içeriği dikkate alındığında belli ki başarıya ulaşıyor.
Evet, bir diziyle toplum tabii ki değişmeyecek, oturup hepimiz seyretsek bile pozisyonlarımızdan ve algılarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Kutuplaşma bitmeyecek, hakim söylem hakimiyetini yitirmeyecek. Beğenmeyenler beğenenlerle tartışırken içeriği uçup gidecek, yepyeni bir senteze ulaşılacak. Zaten seyrettiğimiz pek çok oyun, film, dizi gibi bunu da zaman içinde unutacağız. Bazılarımız biraz değişse de çoğumuz aynı kalacak.
Fakat bu dizi bana öyle geliyor ki Türk dizi anlatım dilinde yeni bir çığır açacak. Keskin hatları olan, iyiler ve kötüler savaşı içeren, karakterleri grafik diziler yerini umuyorum ki bu tür bir anlatıya, samimiyete, içtenliğe, insan olmanın tüm boyutlarını içeren muadillerine bırakacak. Bir Başkadır’ın ticari başarısı, olmaz, seyredilmez denenin seyredilebileceğini gösterecek, ethosu güçlü yeni Meryem’lerin inşasına, yaratılmasına, sevilmesine neden olacak.
* * *
Vaktiniz olursa, yaptığınız işlerden, seyrettiğiniz dizlerden ya da okuduğunuz kitaplardan sıkılırsanız diye bir başka toplumu, bu kez daha geniş bir tarih kesitini anlatan, ancak üslup açısından Ethos’la benzerlikleri olan eski bir diziyi seyretmenizi önermek istiyorum. Çok uzun olduğu için hepsini bulmak da, izlemek de kolay değil. Yine de YouTube’da ve başka mecralardan ulaşılabilecek bölümleri fikir verecek, sizi de içine çekecektir.
Adı Heimat. 20’inci yüzyıl Almanya’sını, Almanya’nın değişimini küçük bir köyün (dizideki adıyla Schabbah, aslında Wappen Roth) mikrokozmozu içinden, bir kadının, Maria Simon’un çevresinden anlatıyor. 1980’li yıllarda Oslo’da okurken yanılmıyorsam NRK’dan seyrettiğim dizinin ilk serisi 1919’da savaştan dönen askerin, Paul Simon’un Heimat’ında, yuvasında, vatanında yaşadığı hayal kırıklığıyla başlıyor, 1982’de Maria’nın ölümü, daha doğrusu cenaze yemeğiyle ve metaforik bir geri dönüşle bitiyor.
Yönetmeni Edgar Reitz. Dizinin daha sonra yapılan iki sezonu hariç ilk sezonunun toplamı dendiğine göre 15 saat sürüyor, 11 bölümden oluşuyor ve büyük ölçüde de otobiyografik. Arkasında müthiş bir çalışma, ekip ve emek var. Önemiyse Almanya’nın her zaman pek de parlak olmayan siyasi ve asıl toplumsal tarihine ışık tutmasından, Ethos’la değilse de Pathos’la seyircisini yakalayıp kendisiyle yüzleşmeye zorlamasından kaynaklanıyor.
Heimat dikkatimi üslubuyla, sadeliğiyle ve biraz da Wagner operalarına benzeyen mitolojik anlatımıyla çekmişti. “Bir Başkadır” bana nedense onu ve Persona’sıyla Bergman’ı hatırlattı. Belki üslubundan, belki üçünün de içimize, kendimize farklı biçimlerde ayna tutmasından. Eğer siz de seyrederseniz ve ileride de imkan bulursanız, deneyiminizi Bonn’daki modern tarih müzesi Haus der Geschichte ile tamamlayın derim. İyi, huzurlu, sağlıklı bir Pazar günü dileğiyle…