Hafta sonlarıyla birleştirilen Ramazan Bayramı çoğu çalışan için dokuz günlük bir tatil fırsatı yarattı.
Haberlere yansıdığı kadarıyla da önemli sayıda İstanbullu Cuma akşamüstü itibarıyla bu fırsatı değerlendirmek, günlük hayatına otel, yazlık, kışlık ya da akraba yanında ara vermek üzere şehri terk etmeye başladı.
İstanbul da bize ve tatil veya başka nedenlerle gelenlere kaldı. Her şeyden önce boşaldı, trafiği hafifledi, öğrenci ve personel servisleri yolları terk etti. İşine yetişmek zorunda olan saldırgan sürücülerin sayısı azaldı. Arkanızda sürekli farlarıyla oynayan, sizi yanınızdaki arabanın veya hız sınırının üstüne çıkmaya zorlayan şiddet yanlılarının çoğu gitti.
Yollar da, tüm tarihi ve coğrafi özellikleriyle şehir de gidenler tarafından buradakilere bahşedildi. Havanın istisnai güzelliğinden yararlanıp, iklim değişikliğini ve siyaseti aklımızdan biraz olsun çıkartıp şehrin sunduklarından faydalanmak, İstanbul’un tadını çıkartmak gerek. Ben, yeni binasına geçen ve geçtiğinden bu yana bir türlü gezemediğim İstanbul Modern’den başlamak istiyorum.
Aklımda yeni sergileriyle Arter, Dirimart, Casa Botter ve Lale Müzesi de var. Gitmediyseniz Galaport’a komşu yeni binasına taşınan Resim Heykel Müzesini ihmal etmeyin derim. 1453 Tarih Müzesi’nde Kutsal Yolculuk Sergisi açılmış. Osman Hamdi mirası Arkeoloji Müzesi de mutlaka gezilmesi gereken yerlerden.
Türkiye’nin sanayileşmesi, teknolojik alanda ilerlemesiyle ilgileniyorsanız Hasköy’deki Rahmi Koç Müzesi bir diğer alternatif. AKM’deki etkinler de kısa Bayram arası öncesi ve sonrasında devam ediyor. 13 Nisan Cumartesi günü Bizet’in Carmen’i sahneleniyor. Her biri başlı başına birer anıt olan klasik camilerimizi hatırlatmaya sanırım zaten gerek yok.
Açık havayı sevenler için de Yıldız Parkı’ndan Fethi Paşa Korusu’na, Kemerburgaz Kent Ormanı’ndan Belgrad Ormanı’na gidilecek çok yer var. Boğaz vapurları, ada turları, küçük çocuğunuz ya da torununuz varsa Miniatürk aklınızda bulunsun. Fenerbahçe- Bostancı arasında bisiklete binmekse özellikle sabah erken saatlerde gerçek bir keyif.
Makul fiyatlı yemek için de simit ve peynire mahkum değiliz. Bir kaç tanesini yakın zamanda keşfettiğim İBB’nin Beltur işletmeleri kalite-fiyat dengesinde fark yaratıyor. Büyükada’ya giderseniz Maden’deki Beltur aklınızda özellikle bulunsun. Bayram kalabalığı kaçınılmaz olsa bile uğramanızda, yemeklerini veya atıştırmalıklarını tatmanızda fayda var.
Damak tadınıza biraz düşkünseniz ve maddi olanaklarınız sizi zorlamıyorsa İstanbul’da Seraf’tan Neolokal’e, Topaz’dan Muutto’ya, Roka’dan Ocak’a, Kıyı’dan Şans’a, Develi’den Beyti’ye gidecek çok restoran, keşfedilecek çok lezzet var. Kahve ve pasta için Bebek’te Baylan’ı, Pera Palas’ın Patisserie de Pera’sını ve artık şubeleri de olan Beyaz Fırın’ı unutmayın derim.
Yok ille de evde oturacağım derseniz İstanbul oturduğunuz yerden de keşfedilmeye hazır. Elimizin altında koskoca bir İstanbul külliyatı mevcut. Saffet Emre Tonguç’un gezi rehberlerinden Naile Akıncı’nın İstanbul resimlerinin içinde yer aldığı kitaplara okunacak sayısız kaynak bizlerin ilgisini, alakasını bekliyor.
Tarih severseniz Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul’unu, yakın geçmişi Nişantaşı’ındaki bir apartmandan anlamak ve anlamlandırmak niyetindeyseniz Orhan Pamuk’un İstanbul’unu, Kurtuluş’taki bir berber salonundan çıkan muhteşem bir hikayeyi, akılda tat bırakan güzel bir anlatıyı okumak isterseniz de Şebnem Burcuoğlu’nun Süreyya Kuaför Salonu’nu öneririm.
İstanbul üstüne yazılmış sayısız şiir ve şarkı arasında seçim yapmak zor ama benim aklıma hemen sözleri Behçet Kemal Çağlar’a bestesi Münir Nurettin Selçuk’a ait “Yok Başka Yerin Lütfu Ne Yazdan Ne de Kıştan” geliyor. Hamiyet Yüceses ve Müzeyyen Senar’la özdeş “Ada Sahillerinde Bekliyorum”un Candan Erçetin yorumu da unutulmazlarım arasında.
Teoman’ın İstanbul’da Sonbahar’ı, Sezen Aksu’nun İstanbul İstanbul Olalı’yı, Nil Karaibrahim’in Burası İstanbul’u şehrin ve şehirde hayatın farklı özelliklerini vurgulamasıyla dikkatimi çekiyor. Fakat İstanbul aklıma en çok Orhan Veli’yi, Sait Faik’i ve tabii ki Huzur’uyla Ahmet Hamdi’yi getiriyor. Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ı da olmazsa olmazlarımdan.
Mario Levi’nin İstanbul Bir Masaldı’sı, İskender Pala’nın Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk’ı da masamdaki okunacaklar sırasının başında. Okumadıysanız Pamuk’un Masumiyet Müzesi’ni, Nedim Gürsel’in Boğazkesen’ini, seyretmediyseniz de Ferzan Özpetek’in İstanbul Kırmızı’sını uzatmalı Bayram tatilini biraz daha anlamlı geçirmeyi planlayanlara önerebilirim.
Amaç kendinden kaçmak, gündelikten kurtulmaksa oturduğumuz yerden yapılacak daha çok şey var. Ancak İstanbul içinde kaçmak bence en keyiflisi. Tabii ki yakınlarımızı ihmal etmeden, sorumluluklarımızdan kaçmadan, başkalarına ve çevreye zarar vermeden, mesela ormana veya parka gidersek ateş yakmaya kalkmadan, çöpümüzü oraya buraya atmadan…