Dünyayla barış, hiç bir ülkeyle hiç bir soru olmayan ülke ütopya ötesi bir hayal. İsviçre’nin bile sorunlu olduğu ülkeler var. Çıkarların çatıştığı, gücü gücüne yetenin istediğini yaptırmaya çalıştığı bir sistemde kategorik barış imkansız. Her devlet savaşa hazır olmak, caydırıcılığını güçlendirmek, diplomatik imkanlarını sonuna kadar kullanmak zorunda. İçinde yaşadığı sistemden, güç dengelerindeki dalgalanmalardan rahatsız olmak, olduğunu belli etmek de hakkı.
Çıkarlarınız ihlal edildiğinde, verilen sözler yerine getirilmediğinde buna itiraz etmeniz, ikircikli politikaları eleştirmeniz, müttefikinizin hasmınıza destek vermesini hoş karşılamamanız ya da komşunuzdaki ağır insan haklarına karşı sesinizi yükseltmeniz normal. BM Güvenlik Konseyi’nde reform talep eden ülkeler gruplarıyla koalisyonlar oluşturup muhtemel çözümler üstünde müzakere etmek, Genel Kurul açılışlarında pozisyonunuzu ortaya koymak da öyle.
Yeter ki bunların hepsi çıkarlarınızı korumak için yaptığınız pazarlıkların veya beklentilerinizi gerçekleştirmek amacıyla geliştirdiğiniz inisiyatiflerin parçası olsun. Yaptığınız çıkış o günkü duygusal durumunuzun yansıması olmasın, pazarlık imkanlarını ortadan kaldıran, sonunda rencide edici bir geri adım atmayı gerektiren tavır alış sergilemesin. Sözleriniz başka ülkelerin bakanlarının, başbakanlarının, cumhurbaşkanlarının kimliklerine, kişiliklerine yönelik olmasın.
İsrail’in, Mısır’ın, Suriye’nin, Yunanistan’ın, Amerika’nın, Almanya’nın, Fransa’nın yaptıkları eleştirilsin fakat eleştiri liderlerinin, siyasilerinin şahsına bizim bir zamanlar yaptığımız gibi indirgenmesin. Filistin için çaba harcayalım, Müslüman Kardeşlerin hakları savunalım, sadece F16 değil F35 de talep edelim, hatalı politikalarını tabii ki yüzlerine vuralım ancak bunların hepsini pazarlık, müzakere, yani istediklerimizi elde etmek için yapalım.
Madem ki Türkiye’ye umut veren bir bakanlar ve bürokratlar listesi açıklandı o zaman artık ilke olarak dünyayla barışık olmayı benimseyelim. Dünyayla kavgalı, temel normlarını sorgulayan, belirleyici özelliği otoriterliği olan Türkiye algısından kendimizi kurtaralım. İnsan haklarına saygımız sözde, açılış konuşmalarında, devir teslim törenlerinde kalmasın, AİHM kararlarını uygulayalım, hukukun üstünlüğünü gerçekten sağlayalım.
Bir sonraki BM Genel Kurulu’na slogan yerine projeyle, öneriyle gidelim. Türkiye’nin dünya siyaset sahnesindeki normatif duruşu kural bazlı olsun. Zaten çıkarlarımıza hizmet eden devletler arası sistemin Westphalia’dan buyana gelişen temel prensiplerine sahip çıkalım. Üçüncü taraflar arasındaki sorunların tarafı olmaktan mümkün olduğunca kaçınalım. Çatışma değil çatışma çözümü, arabuluculuk ilkemiz haline dönüşsün. Ukrayna krizinde daha çok rol oynayalım.
Oynayalım ki Libya’dan Suriye’ye, Kıbrıs’tan Akdeniz ve Ege’ye çıkarlarımızı daha iyi ve kolay koruyalım. Gerekli olduğunda askeri tedbirler almaktan, istihbaratın operasyonel imkanlarını kullanmaktan kaçınmak durumunda kalmayalım. Afrika’da da Asya’da da ağırlığımız daha fazla hissedilsin. Çin’le de Rusya’yla da ilişkilerimiz minimum bedelle sürsün. AB de, ABD de bizi daha çok ciddiye alsın.
Türkiye dünyayla ve tabii ki kendisiyle de kavgalı olmayan yeni duruşu ve algısıyla hakkını, hukukunu daha rahat korusun. Çok şey istiyor olabilirim ama yakından tanımasam da Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanı, Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olması, İbrahim Kalın’ın da MİT’in başına getirilmesi bana umut verdi. Türkiye her şeye, tüm sorunlarına rağmen değişebilir gibi geldi. Yanılıyor olmamak umuduyla…