Pazar günü İtalya’da yapılan seçimi beklendiği gibi Mussolini mirasçısı İtalya’nın Kardeşliği partisi önderliğindeki sağ koalisyon sandığa giden seçmenin yüzde 45’inden aldığı destekle kazandı. 13 Ekim’de Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella’dan görevi alacak partinin lideri Giorgia Meloni’nin ay sonuna kadar hükümeti Matteo Salvini’nin League’i ve Sylvio Berlisconi’nin Forza Italia’sı ile birlikte kurması bekleniyor.
Kurulucak hükümetin de büyük ölçüde AB karşıtı olacağı, Almanya-Fransa çıkarları ekseninde seyreden Avrupa bütünleşmesini zorlayacağı, insan hakları ve demokrasi alanında İtalya’yı gerileteceği, göçmen ve mültecilerin Akdeniz üstünden ülkeye girmesini engellemek için elinden gelen ve gelmeyen her şeyi yapacağı, Rusya’ya uygulanan yaptırımlara karşı çıkacağı, Türkiye’nin askıdaki üyelik sürecini sonlandırmaya çalışacağı düşünülüyor.
Bunları yaparlar mı yoksa yapmazlar mı şimdiden kestirmek güç. Ancak Meloni’nin hepsini yapacağım dediği için seçildiği, koalisyon ortaklarının en az kendisi kadar göç konusunda alması muhtemel tedbirlere sıcak baktığı, geçtiğimiz yıl Türkiye hakkında düzenlenen bir konferansta Cumhurbaşkanı Erdoğan, onun da ötesinde Türkiye’nin kimliği, aidiyeti ve coğrafi konumu hakkında hoş olmayan şeyler söylediği biliniyor.
Yine de iyimserler Meloni’nin tüm İtalya’nın başbakanı olacağını vurguladığından, NATO’ya olan bağlılığından, Ukrayna savaşında Rusya’ya karşı duruşundan, partisinin geçmişiyle olan bağları kopartışından söz ediyor. Ülkesinin ekonomik desteğinden yararlanması nedeniyle AB’ye ihtiyaç duyacağını varsayıyor. Kovid yardımlarından bahsediyor. Olsa olsa İtalya biraz daha mutaassıp, biraz daha kendi dönük olur diyor.
Kötümserler ise yeni hükümetin AB içinde Polonya ve Macaristan ile birlikte hareket edeceğinden, AB’nin derinleşmesine ve uluslarüstü bir varlık haline dönüşmesine karşı çıkacağından, Macaristan’a uygulanmaya çalışılan yaptırımları engelleyeceğinden, göç konusunda sert tedbirler alacağından endişe ediyor. Bir başka endişe kaynağıysa Meloni’nin, daha doğrusu partisinin seçim başarısının Fransa ve İspanya, hatta Almanya başta olmak üzere diğer ülkelerdeki benzer partileri etkileyeceği, onlara emsal teşkil edeceği.
Takip edebildiğim kadarıyla Türkiye konusundaki çıkışlarına Avrupa’da pek endişeyle bakan, hatta önemseyip ciddiye alan, üstünde konuşan yok. Sadece görüşü sorulan bazı uzmanlar yatıştırıcı açıklamalar yapmış, Brexit sürecindeki İngiltere’de de Türkiye’nin benzer şekilde konuşulduğunu söylemiş, İtalyan dış politikasının sürekliliğini vurgulamış. Ama zaten bu konu başkalarını değil bizi ilgilendiriyor. Hem değişmemiz, hem de Türkiye’nin AB içindeki geleceği hakkında daha detaylı düşünmemiz gerekiyor.
Bir başka düşünmemiz ve takip etmemiz gereken konu da AB’nin geleceği olmalı. Hukuki bütünlülüğünü koruyan bir ticaret bloğu gibi çalışan fakat daha fazla bütünleşmeyen, askeri ve NATO’dan otonom bir siyasi varlık göstermeyen AB mi yoksa tam tersi mi bizim için daha yararlı oluru tartışmamız, gelişimini etkileme potansiyelimiz kısıtlı olmasına rağmen bize bakışını belirleme imkanımız olduğunu dikkate almamız bence şart.
Unutmayalım ki, Türkiye’nin AB’nin belli başlı ülkeleriyle de, komşusu Yunanistan ve GKRY ile de iktidarındaki partinin ya da kişinin kimliğinden bağımsız çok sorunu var. Örtüşmeyen çıkarlar örtüşenlerden fazla. Bu yüzden üyesi belli ki olamayacağımız bir AB’nin nasıl bir AB olacağı da, bizim o AB ile ilişkilerimizi nasıl tanımlayacağımız da önemli. İtalya gibi ülkelerdeki seçimler, bu seçimlerin doğuracağı bölgesel ve küresel sonuçlar da öyle…