Donmuş Çatışma kavramı Soğuk Savaş sonrasında eski Sovyetler Birliği toprakları üstündeki şiddeti durdurulmuş ama çözüme kavuşturulması mümkün olmamış ihtilaflar için kullanıldı. Cambrigde Üniversitesi’inden Thomas Grant, Cornell International Law dergisinde 2017 yılında yayınlanan kapsamlı makalesinde kavramın ilk kez Uluslararası İlişkiler uzmanlarınca kullanılmaya başlandığını, “patentinin” 1968 yılında yazdığı bir yazıya atfen Syracus Üniversitesi’den Louis Kresberg’e ait olduğunu tespit etmiş.
Kavram devlet kullanımına çok daha geç girmiş. İlk kez 2004 yılında taraf oldukları çatışmalara istinaden Azerbaycan ve Gürcistan tarafından kullanılmaya başlanmış. 2008’de ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice Güney Osetya ve Abhazya sorunlarını donmuş olarak tanımlamış. Daha sonra zamanın Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron’un diline yansımış. Onu Fransa ve anlaşılan diğerleri takip etmiş. BM kavramın imasını sevmemiş olmalı ki kullanmamayı seçmiş.
Buna karşılık “Donmuş Çatışmalar” Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin ve NATO’nun bazı açıklamalarında görülmüş. AGİT ise kavramı kullanmaktan kaçınmış. Grant’ın aktardığına göre AGİT yetkilileri donmuş olanın sorun değil çözüm yöntemleri olduğunu söylemiş. Zaten Uluslararası Adalet Divanı başta olmak üzere hukuki merciler de bu kavrama pek itibar etmemiş. Mahkemeler muhtemelen sorunların donmuş olduğunu varsaymakla donmadıklarını donmayacaklarını anlamış.
***
Zaten sorunlar da donmamış. Donmadıklarının en son örneği Azerbaycan-Ermenistan ihtilafı. Geçtiğimiz günlerde yeniden tırmanan Dağlık Karabağ sorunu 1988’de bu bölgede yaşayan Ermenilerin Azerbaycan’dan ayrılmak istemesiyle başladı. 30 Ağustos 1991’de Azerbaycan’ın bağımsızlık ilan etmesinin hemen ardından 2 Eylül 1991’deki bağımsızlık ilanıyla depreşti. Ateşkes yaşanan onlarca insani trajedinin ardından ancak 5 Mayıs 1994’de sağlanabildi.
Bişkek Protokolü olarak bilinen ateşkes uzlaşması konuyu yakından takip edenlerin bildiği gibi uygulanamadı. Moskova’da yapılması gereken görüşmeler yapılmadı. Kasım 2007’de açıklanan Temel Prensipler Belgesi de onlarca görüşmeye rağmen hayata geçmedi. Azeriler Dağlık Karabağ’a geçici yani aslında kalıcı statü verilmesini, Ermeniler ise Azeri topraklarından geri çekilmeyi kabul etmedi.
Üçüncü taraflar da sorunu donmuş kabul edip çıkan çatışmalar ateşkes çağrılarıyla geçiştirildi. Ama artık geçiştirilmesi mümkün görünmüyor. Azerbaycan daha 1993’de BM Güvenlik Konseyi’ni 853 ve 884 sayılı kararlarıyla tescil edilen hakkını geri istiyor. Benim görebildiğim kadarıyla hedefi de topyekün savaş değil. Ermenistan’ı masaya oturtabilmeyi, üçüncü taraflara bu sorunun donmadığını, dondurulamadığını göstermeyi amaçlıyor. Savaşın tırmanması, topyekün hale gelmesi çıkarlarına hizmet etmez.
Azerbaycan’ın şu anda en çok siyasi desteğe, diplomatik inisiyatif geliştirilmesine ihtiyacı var. Onlar Ermeni tarafının provokasyonlarıyla sorunu buzdolabından çıkardı. Şimdi sıra ısınan sorun sayesinde adım atmakta, Azerbaycan’ın beklentilerine en yakın çözümü diplomatik olarak bulabilmekte. Askeri başarı siyasi çözümün olmazsa olmaz koşulu ama ne yazık ki yeterli koşulu değil. Ayrıca Azerbaycan’ın hareket alanı da sınırlı. Nihayetinde Rusya ile özel ilişkileri olan, sınırları fiilen Rusya tarafından korunan Ermenistan’dan söz ediyoruz.
Türkiye’nin Azerbaycan’a yapabileceği en büyük yardım uluslarası toplumu harekete geçirmek, parametreleri malum ve çözümü büyük ölçüde Azerbaycan’ın lehine olan ihtilafın giderilmesi için Rusya ile işbirliği içinde çaba harcamak olur. Tabii ki başta Rusya, Fransa, İran ve Amerika olmak üzere pek çok ülkenin bu sorunun çözümünü arzu etmediklerini unutmadan. Hiç bir sonuç elde edilemese bile en azından Azerbaycan’a zaman kazandırılır, kaybettiği toprakların bir kısmının daha ele geçirmesi sağlanır.
***
Hatırlatmaya gerek yok, Türkiye Karabağ sorununa başlangıcından bu yana taraftı. Hep Azerbaycan’ın yanında yer aldı. Saldırganlığı yüzünden Ermenistan’la olan sınırlarını kapattı, ilişkilerini normalleştirme sürecini Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerine endeksledi. Ayrıca Türkiye’nin Azerbeycan ordusuna askeri yardımda bulunduğu, ortak tatbikatlar vasıtasıyla eğitim ve savaşa hazırlık düzeyini arttırmaya çalıştığı da biliyor. Muhtemelen iki ülke arasında güvenliği ilgilendiren başka konu ve alanlarda da işbirlikleri vardır.
Zaten olması da gerekir. Olmaması gereken Türkiye’nin bu çatışmaya doğrudan müdahalesi etmesi, siyasi alanda başarabileceklerini baştan gölgelemesidir. Türkiye müdahale ve askeri destek imasında bulunabilir. Diplomasinin bazen güçle, tehditle de desteklenmesi gerekir. Gerekmeyen bizi de içine çekebilecek, başka yer ve alanlardaki menfaatlerimizi sarsacak, Rusya ile karşı karşıya kalmamıza yol açacak olanıdır.
Dikkat etmemiz gereken bir başka nokta da Ermeni güçlerinin Hocalı’da ve daha başka yerlerde gerçekleştirdiği katliamlardan hareketle ya da bundan sonra yaşanabilecek insani trajedileri gerekçe bilerek tüm Ermenileri, özellikle de Türkiye vatandaşı Ermenileri hedef almamaktır. Savaşta da barışta da başarı sağduyulu hareket etmekle kazanılır. Destekse duygularla değil akılcı politikalarla verilir. Diplomatlar, askerler ve hatta siyasiler bunu çok iyi bilir. Görebildiğim kadarıyla Türkiye de zaten bunu bilmekte, akılcı hareket etmektedir...