İnsanlar en çok üç şeyden kaçıyor. İlki savaş, ikincisi baskı, üçüncüsüyse açlık. Eğer bunlardan biri ya da hepsi varsa bulundukları yeri, ülkeyi terk ediyorlar. Daha özgür ve daha rahat yaşabilecekleri yerlere doğru yola çıkıyorlar.
Bu, bazen ülke içinde yer değiştirmek, bazen de ülke değiştirmek anlamına geliyor. Değişimler kitlesel olmadığı sürece toplumsal, dolayısıyla da siyasal sorunlar yaratmıyor. Gelinen yer geleni içselleştirebiliyor. Kendi de değişiyor ama asıl geleni değiştiriyor. Kendisine benzetiyor.
Fakat sayılar yükseldikçe oranlar arttıkça tepkiler büyüyor, gelinen yer gelenlere karşı tedbirler alamaya başlıyor. Mesela İngiltere’nin bundan 10 yıl önce yaptığı gibi geleni rahatsız etme, ona ülkesinde barınma imkanı tanımama politikasını resmen benimsiyor.
Önce gelenler bürokrasiyle taciz ediliyor, sonra da gelmeye çalışanların Manş Denizi’ni geçmemesi için hukuk ve yasa dışı uygulamalar icad ediliyor. Gelenlerin tekneleri, kayıkları hayatları pahasına kara sularının dışına itiliyor.
Hatta İngiltere işi ifrata vardırıp üyesi olduğu birlikten her şeyi göze alıp iltica olmasın, özellikle de Türkler gelmesin diye ayrılıyor. Parası olanlarla olmayanları da ayırıyor. Olanlara iş imkanı ve yaşam alanı sağlarken olmayanların gelmemesi, gelmeye teşebbüs etmemesi için caydırıcı vize politikası uyguluyor.
Olağan dışı harçlar talep ediyor. İnsan onurunu ayaklar altına alan vize kuyrukları, bekleme listeleri, özel şirketlere havale sistemler geliştiriyor. Vizesiz girişleri engellemek amacıyla havayolu ve diğer taşıma şirketlerine türlü türlü yaptırımlar uyguluyor.
Bu sadece bir ülke, yaptıkları arasında daha Ruanda’da ilticacılar için kurulma hazırlıkları tamamlanan toplama kampı yok. Başka ülkeler ise başka şeyler yapıyor. Amerika’da, Yunanistan’da yapılanlar malum. Diğer yandan Ukraynalılara gösterilen şefkat gibi iyi ancak genelleşmesi mümkün olmayan örnekler de var
Danimarka Suriyelileri sizin ülke istikrara kavuştu artık gerekçesiyle geri göndermeye çalışıyor. Macaristan, Slovakya gibi ülkeler müslüman mülteci gelmesin de ne olursa olsun hedefini güdüyor. AB özel sınır muhafızları sistemi kuruyor, gelenleri kaynak ve geçiş ülkelerinde tutmak için yönetimleriyle anlaşmalar imzalıyor, çoğunu yerine getirmediği sözler veriyor.
Biz de gelenlerin hiç olmazsa bir kısmı geri dönsün diye kendi çözümümüzü üretmeye, Suriye’de doğrudan ya da dolaylı kontrolümüz altında bulunan bölgelerde yerleşimi teşvik etmeye çalışıyoruz. Onlar çok anlamasa, anlamak işlerine gelmese de Avrupa üstündeki göç, iltica, mülteci baskısını da hafifletiyoruz.
Nereden baktığınıza bağlı olmakla birlikte tedbiri alan da, tedbir alınan da haklı. Tedbiri alan kendi düzenini, esenliğini korumak, aidiyetine sahip çıkmak, toplumsal yaşamını bildiği ve alıştığı biçimde sürdürmek istiyor. Tedbir alınansa hayatını kurtarmak, daha iyi şartlar altında yaşamak.
Dengeyi kurmak derseniz ancak kitlesel toplumsal göçleri ortaya çıkartan nedenleri ortadan kaldırmakla mümkün. Savaşlar bitmediği, yenilerinin çıkması önlenemediği, küresel gelir dağılımındaki adaletsizlik ortadan kalkmadığı sürece de imkansıza yakın.
Doğal olarak demokrasi ve siyasal istikrar da önemli. Teşvik edilmesi, insan hakları ihlallerinin hakları ihlal edilen insanlar kadar yaratacağı sismik siyasi sarsıntılar açısından da düşünülmesi, ciddiye alınması gerekiyor.
İklim değişikliği de yeni göç dalgaları yaratmaya aday. Bir kaç on yıl içinde sadece ada ülkeleri sular altında kalmakla kalmayacak, pek çok ülkede tarım yapmak, sıcak dalgalarından ve beklenmedik meteorolojik şiddet olaylarından kaçınmak imkansız hale gelecek.
Açlık sınırındaki insanlar başka sınırlara doğru hareketlenecek. Hatta belki bu hareketlenme Ukrayna savaşı ve ona eşlik eden enerji, hepsinden önemlisi tahıl tedarikinde yaşanan sıkıntılar nedeniyle çok daha erken gerçekleşecek.
Mısır ve Sudan’da insanlar kıpırdanmaya başladı bile. Siyasi baskı, ekonomik sübvansiyon, indoktrinasyon belki bir süre daha kitlesel göç hareketlerini önler ama bıçak kemiğe dayanırsa kimse kitleler halinde göçü, açlık, sefalet ve doğacak siyasi şiddetten kaçışı engelleyemez.
Dünya tabii ki tüm sorunlarını çözüp, herkesin mutlu-mesut yaşayacağı bir yer haline kolay kolay dönüşmez. Eşitsizlik, adaletsizlik bundan önce olduğu gibi bundan sonra da sürer. Savaşlar yine çıkar. Otoriter sistemler görece demokratik alanlara insan ihracına devam eder.
Ancak istenirse, göçün, ilticanın kaynağında kurutulmasının gerekli olduğu görülürse hiç olmazsa bazı savaşların ve müdahalelerin önlenmesi, bazı politikaların benimsenmesi, bazı tedbirlerin alınması mümkün olur. Yabancı düşmanlığı, Müslüman karşıtlığı törpülenir. Ukrayna krizinden dersler çıkartılır. İklim değişikliği de belki ciddiye alınır. Umut bu ya bakarsınız jeopolitik yerini iklim politikasına bırakır.
Savaşlar toprak ve müttefik kazanımından ziyade insani acılar ve o acıların doğuracağı siyasi sorunlar üstünden okunur. Rusya-Türkiye ilişkileri söz konusu olduğunda da klişelerin ötesine geçilip İdlip sorunu ve oraya sıkışmış milyonlarca insan düşünülür. Empati yapılır, gelen geldiği yerleri idrak etmeye, gelinen yerdekiler de gelenin çektiklerini anlamaya çalışır. Ne de olsa bugün pazar, hayal etmek yazarların da hakkı…