Seçim süreçleri dünyanın hemen hiçbir yerinde sorunların çözüleceği, gerilimlerin düşürüleceği fırsatlar yaratmaz. İç politikada da, dış politikada da sorunlar ertelenir, seçimlerin bitmesi, kampanyaların sonuçlarının alınması beklenir. Türkiye de bu genel kuraldan istisna değil. Hatta galiba siyaset kültürümüz gerilim ve kutuplaşmaya başka pek çok ülkeden daha yatkın. Ama aynı zamanda da pragmatik ve çözüm odaklı. Hiç beklenmediği anda beklenmedik inisiyatiflerle olayların akışını değiştirebiliyoruz.
Bunun örneklerini uzak geçmişte de, yakın geçmişte de gördük. Hiç çözülmez denen sorunları çözdük, tırmanması kaçınılmaz gibi görünen krizleri yönettik. Rusya ile kriz ertesi yaşanan dönüşüm bunun en iyi örneği. Ben aynı pragmatizmin mahalli seçimler sonrasında da devreye sokulacağını, sorunların çözümü için gerekli inisiyatiflerin geliştirileceğini düşünüyorum. Bildiğim ve takip etmeye çalıştığım konu olan dış politikada çözüm/yönetim bekleyen en acil sorunların başında ise ABD ile olan ilişkiler geliyor.
***
Çünkü bir süredir zaten gergin olan ilişkileri şimdi bir de Rusya’dan alacağımız S 400’ler geriyor. ABD ambargo tehdidinde bulunuyor. Pentagon Sözcüsünün Pazartesi günü yaptığı açıklamaya göre ambargo şimdiden başladı bile. Amerika F-35’lerin operasyonel kapasitesiyle bağlantılı teslimat ve faaliyetleri askıya aldı. Türkiye’nin tedarik zincirinden ayrılması ihtimaline karşı da gerekli adımları attı.
Bu açıklama muhtemelen NATO toplantısı için Washington’a giden ve bu konuyu da Amerikalı muhataplarıyla masaya yatıracak olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu için yapıldı. Amacın çıtayı yükseltmek, pazarlığı bir üst aşamadan başlatmak olma olasılığı çok güçlü. Ancak bu hamle aynı zamanda sorunun ne kadar derinleştiğini, her iki taraf için de ne denli akut bir hal aldığını gösteriyor.
Belli ki sorun artık tarafların bilinen pozisyonlarının tekrarlanmasıyla çözülmeyecek, yeni ve yaratıcı çözümler gerektirecek. Bunda Türkiye kadar Amerika’ya da sorumluluk düştüğü kesin. Tırmanmanın durdurulmaması halinde Ankara’nın Moskova’ya daha da yakınlaşacağını eminim onlar da anlıyordur. Eğer F-35 uçaklarına ambargo koyarlarsa, tedarik zincirini kırarlarsa, Türkiye’nin kendi uçağını yapmaya öncelik vereceğini, ondan önce de güvenlik açığını başka kaynaklardan kapatmaya çalışacağını idrak ediyorlardır.
Benzeri Türkiye için de geçerli. Nihayetinde karşımızda sadece bir F 35 uçağı sorunu değil 1946’dan bu yana bütün sistemlerimizi uyumlulaştırdığımız bir ittifak var. Kopuşun maliyeti F-35 tedarikçisi Kale, Aselsan, Havelsan gibi şirketlerimizin edeceği zarardan çok daha büyük olur. Müttefik değiştirmek siyasi açıdan da, iktisadi açıdan da, askeri açıdan da maliyetlidir. Kaldı ki yeni müttefikimizin bizim çıkar ve beklentilerimize daha fazla önem atfedeceğinin de hiç bir garantisi bulunmamaktadır.
***
Sorunun çözülmesi değilse dahi aşılması için çalışılması iki ülkenin de çıkarınadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başkan Trump arasında oluşan sinerji bu sorunun yönetilmesine önemli bir imkan yaratmaktadır. İki lider de bilinen pragmatizmleriyle bu sorunun ilişkileri daha fazla zedelemesinin önüne geçecek bir çözümü bulma potansiyeline sahiptir. Her pazarlıkta olduğu gibi bunda da güçlü olan taraf az vererek çok almak için bütün ağırlığını koyacak, ama yılmayan, yeni formüller üreten optimum sonuca ulaşılmasını sağlayacaktır.
Tüm bunlar doğal olarak ABD’nin haklı olduğu, iddialarında gerçeklik payı olduğu anlamına gelmez. Washington bariz bir şekilde Türkiye’yi kendi ekseninde tutmaya gayret göstermekte, Rusya ile olan işbirliğini sonlandırmaya, tamamen kendisine bağımlı hale getirmeye çalışmaktadır. Uluslararası hukuk açısından bakıldığında da CAATSA ve ABD’nin egemenlik ihracı içeren diğer yasama faaliyetlerinin kabul edilemezliği ortadadır. Fakat sorun hukuki değil siyasidir. Siyasi pazarlığı gerektirmektedir. Ama aynı zamanda bu krize nelerin sebep olduğunu düşünmemizi, bir daha aynı hataya düşmemek için tedbir almamızı da…