Yazdıklarını az da olsa okuduğum, hayat hikayelerini 20’li yaşlarımda öğrendiğim halde her ikisinin de bugünküne benzer bir salgının, koleranın kurbanı olduklarını bilmiyordum.
New York Review of Books salgınlara ilişkin kitapların geçmişte yayınlanmış eleştirilerini paylaşmasaydı, korona salgını dünyayı ve hayatı bu denli etkisi altına almasaydı herhalde böylesi bir detay ilgimi çekmeyecekti.
Büyük bir olasılıkla Richard Evans’ın Death in Hamburg (Hamburg’da Ölüm) kitabının 1988 yılında Gordon Craig tarafından yapılan ve söz konusu dergide yayınlanan eleştirisini de okumayacaktım.
Nihayetinde Hegel’den ve Clausewitz’den, biri savaş öğretisinin, diğeri felsefenin ustası iki büyük insandan söz ediyoruz. Hangi nedenle öldüklerinden çok eserleri, bizlere bıraktıkları önemli.
Bu yüzden de hayatlarının nasıl sonlandığı bir dip not niteliğinde.
Ayrıca benim kuşağımın Hegel’le Marx üstünden tanıştığını, ona ve felsefesine hayranlıktan çok kızgınlık duyduğunu, bırakın takdir etmeyi anlayamadığını da itiraf etmem gerek. Kaldı ki Hegel de zaten kolay anlaşılır biri değildi. 14 Kasım 1831’de Berlin’de ölmeden önceki son sözünün kimsenin kendisini anlayamadığı olduğu söylenir.
Ama anlayanlar da hiç az değildi. Hegel etkiliydi, Marx’ı ve daha pek çoklarını etkilemişti. Bir çoğu da onu eleştirmişti. Prusyalı General Clausewitz de ondan etkilenenler arasındaydı. Ve girdiği, kazandığı, kaybettiği onca savaşa rağmen hayatını aynı salgın yüzünden Hegel’den iki gün sonra kaybetti.
Bugün “savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” cümlesine indirgenen ünlü eseri Savaş Üstüne Clausewitz’in ölümünden bir yıl sonra 1832’de karısı tarafından tamamlanarak yayınlandı.
Askeri okulların, savaşı anlamaya ve anlatmaya çalışanların başucu kitaplarından biri oldu.
İlgilenirseniz Carl von Clausewitz’i okumanızı öneririm. Savaşın ne olduğunu savaşan biri olarak anlatıyor, ölümünden 189 yıl sonra bile bize yararlanabileceğimiz bilgiler sunuyor. Benzeri salgınlar hakkında yazılan kitaplar için de geçerli. Tarih tekerrür etmese de bazıları dersler çıkartmamıza, çıkması muhtemel salgınlar karşısında tutarlı tavır almamıza yardımcı olacak nitelikte.
Mesela Evans’ın Hamburg’da Ölüm kitabı ölümlerin neden en çok Hamburg’da olduğunu zamanın yönetiminin mahiyetine, daha çok da yönetim anlayışına bağlıyor. Haksız bulsanız bile okumakta yarar olabilir. Bazı hataların yapılmasını önleyebilir.
GetAbstract uygulamasında özetini okuduğum ve okunacaklar sırasına koyduğum tıp tarihçisi Mark Honigsbaum’un Pandemic Century (Pandemik Yüzyıl) kitabı da bende okunmazsa olmaz izlenimi bıraktı.
Geçtiğimiz yıl yayınlanan kitapta Honigsbaum 1918’den itibaren dünyayı sarsan İspanyol Gribinin 100 milyondan fazla insanı hasta ettiğini, sadece Amerika’da asker-sivil 650 bin kişinin hayatına mal olduğunu anlatıyor.
Honigsbaum Pandemik Yüzyıl’da sadece 20’inciye değil daha geçmişe de bakıyor. 6’ıncı, 8’inci ve 14’üncü yüzyıllarda yaşanan Veba salgınlarını anlatıyor. Ülkelerin nüfuslarının nasıl eriyip gittiğini hatırlatıyor. Ona göre Veba hala bitmiş değil, arada sırada yüzünü farklı yerlerde gösteriyor.
Fakat onu asıl ilgilendiren ve bizi de ilgilendirmesi gereken virüs kökenli salgınlar. Lejyoner hastalığı, AIDS, SARS, Ebola, Zika gibiler. Yazar bu hastalıkların belli ki hafife alındığına inanıyor. Covid-19 öncesi kaleme aldığı kitabında yeni bir salgına olur mu diye değil, ne zaman olur diye bakmamız gerektiğini söylüyor.
Okuma listeme aldığım bir başka salgın kitabı ise Thomas Bollyky’nin Türkçeye muhtemelen “Felaketler ve İlerleme Paradoksu” olarak tercüme edilebilecek Plagues and the Paradox of Progress. 2018’de yayınlanmış çalışma, ilerlemenin bir yandan hastalıkların önlenmesini ve tedavisini kolaylaştırdığını anlatırken, diğer yandan yenilerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladığını söylüyor.
Günümüzde verili kabul ettiğimiz bazı şeylerin iki yüz yıl önce icat edildiğini, mesela sifonu çekerek su kuvvetiyle dışkılarımızı kanalizasyon şebekesine aktardığımız sistemin ilk kez 1810 yılında kullanılmaya başlandığını hatırlatıyor. 1800’lerin ortalarında New York’ta 150 bin atın ortalama 14 kilo dışkısının her gün sokaklara bırakıldığının altını çiziyor.
Bollyky’nin toplu yaşam hakkında çekinceleri var ama ilerleme konusunda iyimser. Yine de salgınlar üstüne bilgi edinmek isteyenlerin, özellikle de salgınları yönetmek konumunda olanların okumasında yarar olacak kitaplardan olduğunu söyleyebilirim.
Bu konuda Türkiye’de de yayınlanmış makaleler, kitaplar var. Bir sosyal medya mesajı sayesinde ulaştığım Gazete Kadıköy’e konuşan Tıp Tarihçisi Fatih Artvinli’nin önerdiği Nuran Yıldırım ve Gülden Sarıyıldız’ın çalışmalarını ilk fırsatta okumak istiyorum.
Nasılsa bir süre daha bu salgın devam edecek, biz de bu konuları düşünmeyi, konuşmayı sürdüreceğiz. Ancak fırsatı ve vakti olmayanlar için Artvinli’nin söyleşisini okumak da öğretici olabilir.
Aslında haberleri bile okumak, salgınlar konusunda uzman insanların tavsiyelerini dinlemek, özellikle de kendi yaptığımız hatalardan ders çıkartmak dahi yararlı, hatta yeterli olabilir. Bireyler olarak konan kurallara ve kuralların mantığına uymamızın nedenini kavrayabilir, devlet olarak sokağa çıkma yasağı koymadan önce insanlara hazırlık yapmaları için zaman tanımanın önemli olduğunu anlayabiliriz…