Dünkü Karar’ın manşetinden detaylarıyla aktarıldığı gibi Çin’in Uygur Türklerini “eğitmek” ve “değiştirmek” için hayata geçirdiği ama işlev ve uygulamalarını, hatta zaman zaman da varlığını reddettiği toplama kamplarının varlığı, faaliyetleri ve çalışma yöntemleri Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun yayınladığı belgelerle inkar edilemez hale geldi.
Guardian gazetesinin yaptığı haberden anlaşıldığı kadarıyla ele geçirilen Çince yazılı belgelerden biri özellikle önemli. Çünkü sayıları 1 milyonu aştığı düşünülen zorla “eğitim” mağduru insanların bulundukları kamplarda nasıl tutulacakları ve hangi muameleye maruz kalacakları detaylı bir şekilde Sincan Komünist Parti Başkan Yardımcısı Zhu Hailun tarafından yazılan bu belgede anlatıyor.
Hiçbir yargılama olmaksızın şüphe üstüne gözaltına alınanlar en az bir yıl süren eğitime tabi tutuluyor. “İyileştikleri” düşünülenler, daha doğrusu yeteri kadar puan alıp, içeride disiplinli davranış sergileyenler salınıyor. Hafta da bir kez telefonla, ayda bir kez de görüntülü olarak akrabalarıyla görüşmelerine müsaade ediliyor. Kaçmamaları için her türlü önlem alınıyor.
Davranışları kamplara kurulan görüntü sistemleriyle takip ediliyor. Kamplarda kalmak zorunda bırakılanların iki dereceli eğitimden geçtikleri, ideolojik formasyonda başarılı olduğuna inanılanların mesleki beceri kursuna alındığı, kamptan çıkanların ise takip edildiği anlaşılıyor. Kötü muamelenin de yaygın olduğu söz konusu belgeyle alınması istenen tedbirlerin niteliğinden belli oluyor.
Pazartesi günkü Guardian’da Haziran 2017’de bir hafta içinde 24 binden fazla kişinin Sincan’da gözaltına alındığı, 706’sı hapse girerken 15 bin 600’nün kamplara gönderildiği belirtilmişti ki bu da yaygın bir ağın varlığına ve özgürlüklerin sistematik şekilde kısıtlandığına işaret ediyor.
Kamplar tabii ki Nazi toplama kampı değil. Uygurlar ya da eğitime muhtaç kabul edilen başka din ve etnik gruptan insanlar gaz odalarından öldürülmüyor. Fakat özgürlükleri açık bir şekilde kısıtlanıyor ve Pekin bunu güvenlik gerekçesiyle yapıyor. Çin yönetimi İleride risk oluşturabileceğini düşündüklerini zorla eğiterek makbul vatandaş haline getirmeye çalışıyor.
Kültür Devrimi andıran bu uygulamaya tepki duymamak imkansız. Hiçbir devletin kendi vatandaşına, hatta kimseye karşı böylesi keyfi “şiddete” başvurma hakkı olmamalı. Her devlet imzacısı olduğu uluslararası bağıtlardaki yükümlülüklerini yerine getirmeli, evrensel hukukun temel prensiplerine uymalı, işlenmemiş suçtan veya olası riskten “suçlu” yaratmamalı.
Çin özelinde söylersek kamplar kapatılmalı, özgürlükleri ellerinden alınan insanlar serbest bırakılmalı. Başkaları insan haklarını daha yoğun şekilde ihlal etse de, Çin jeopolitik nedenlerle Amerika’nın hedefinde olsa da kapatılmalı. Uygurlarla olan aidiyet yakınlığımızın ötesinde yaygın bir insan hakkı ihlalinden bahsediyoruz.
Kaldı ki böylesi bir uygulamanın Çin’e, Çin’in güvenliğine olan katkısı da tartışmalı. Eğitmek için topladığı insanların radikalleşmesi, ülkelerine karşı daha fazla tepki duymaya başlaması, çözülmesi hedeflenen sorunu daha da büyütesi olasılığı yüksek. Ayrıca Çin’i rakip olarak gören devletlerin de bu konuyu siyasi/diplomatik manivela olarak kullanmaması imkansız.
Fakat mesele bunu Çin’e anlatmakta, kampların kendi çıkarlarına da hizmet etmediğini görmelerini sağlamakta, Çin’i uygulamaya koyduğu “eğitim projesinden” vazgeçirmekte. Nihayetinde her anlamda güçlü, büyük ve köklü geçmişi olan, kültürüyle, başardıklarıyla gurur duyan, üstelik de içine kapalı bir ülkeden söz ediyoruz. Dışarıdan baskıyla hak tesisi hiç kolay değil.
Yazmak, eleştirmek, konuşmak ve sorunu dillendirmek tabii ki gerekli ama ne yazık ki yetersiz. Bazılarının beklediği gibi Türkiye’nin bu konuyu siyasi gündeminin ön sıralarına taşımasının da ne zulmü gören Uygurlara, ne de bize yararı olur. Eleştirimiz Uygurları daha da zor durumda bırakabilir. Çin askeri veya siyasi yaptırım uygulamasa dahi sunduğu ekonomik olanaklardan Türkiye’yi dışlayabilir.
Çin için yapılabilecek en doğru şey kampları kapatmakken, bana öyle geliyor ki bizim gibi ülkeler için yapılabilecek en doğru şey uluslararası örgütlerin imkanlarından yararlanarak sorunu dünya gündemi yapıcı bir şekilde taşımak, mesela Çin’i kamplarını BM İnsan Hakları Komiserine açması için ikna etmeye çalışmaktır. Tabii ki önemli olan üzüm yemekse, yani Uygurların daha iyi ve daha huzurlu yaşamasını sağlamaksa, bağcı dövmek değilse…