Bağdat ile Ankara arasındaki Başika sorunu giderek daha yönetilebilir boyutlara ulaştı. Irak Başbakanı el-Abadi İran destekli Şii milislerin Musul’a girmeyeceğini açıkladı. Türkiye’nin eğittiği birliklerin operasyonda yer alacağı belli oldu. Dışişleri Müsteşarı Yalçın başkanlığında bir heyet Bağdat’ta temaslarda bulundu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yakında bir Irak delegasyonunun Ankara’yı ziyaret edeceğini söyledi. Başbakan Yıldırım Türk Hava Kuvvetleri’nin diğer koalisyon ülkeleriyle birlikte Musul operasyonuna destek vereceğini anlattı.
Üstelik de Türkiye Paris’te yapılacak Musul toplantısına davet edildi. Ama yine de tüm sorunlar çözülmüş değil. Ayrıca ne Amerika’ya ne de İran’a güvenmek mümkün. Bağdat da her an tutumunu değiştirip Türkiye’yi zorlayacak açıklamalar yapmaya, Türkiye karşıtlığında yeni ittifaklar aramaya yönelebilir. Savaşın seyri üstünde mutabakata varılan konuların göz ardı edilmesine yol açabilir. Washington için önemli olan en az zayiatla en büyük savaşı yapmak, kendi askerlerini koruyup yerel güçleri sahada kullanmak. Musul’da başarılı olunduğu taktirde aynı modeli başka yerlere uygulamak.
***
Bu yüzden her türlü olasılığa karşı hazırlıklı olmakta yarar var. Unutmayalım ki savaşta yer almak için verilen mücadele barıştan alınacak payla Irak’ın ve Suriye’nin geleceğinde kimin söz sahibi olacağıyla ilgili. Ortadoğu’da kartlar yeniden karılırken Türkiye sorunlarım var diye bu oyunun dışında kalamaz. PKK ile mücadele ederken PKK’ya alan açamaz. İran’ın etkisinin orantısız artışını sessizce oturup seyredemez. IŞİD’den sonra doğacak jeopolitik boşluğu kim isterse o doldursun diyemez.
Türkiye sınırlarının hemen ötesinde olanlardan dolayı çok çekti, hala da çekmeye devam ediyor. Ancak daha da çekmemesi için dengeli bir politika izlemesi, diplomasiye zaman tanıması, güç kullanma tehdidinde bulunmaktan elinden geldiğince kaçınması gerekiyor. Bizim hedefimiz daha çok yerde savaşmak, daha çok sorunla uğraşmak değil, savaşların sonuçlarından yararlanmak, çıkarlarımızı minimum maliyetle korumak olmalı.
***
Başka bir deyişle tıpkı Amerika gibi hareket etmeliyiz. Mümkün olduğu kadar geri planda kalıp destek verdiğimiz unsurların mücadelesine yardımcı olmalıyız. Ki zaten Suriye’de de Irak’ta da yaptığımız budur. Tek eksiğimiz oradaki varlığımızı kendimiz için değil ama herkes için meşrulaştıracak yöntem ve söylemdir. Uluslararası hukukun ilkelerine, doktrinlere, genel kabul görmüş rejim pratiklerine referans vermektir.
Diğer yandan görünen o ki IŞİD/DAEŞ artık askeri açıdan hezimete uğruyor. Önce Türkiye Dabık mitolojisini yıktı. Ardından Musul savaşı başladı. Irak cephesinde hazırlıklar da bu kez iyi yapılmışa benzer. Belli ki IŞİD’in toprak kontrol eden, egemenlik kullanan bir “entite” olarak bu bölgedeki varlığı çok uzun sürmeyecek. Irak ve çok yakında Suriye’de de yenilgiye uğratılacak. Bu da Türkiye üstündeki baskının azalmasına yol açacak. PKK da araçsal değerini kaybedecek.
***
Ancak IŞİD’in askeri yenilgiye uğraması, Musul’u ve Rakka’yı kaybetmesi siyasi yenilgiye uğrayacağı, anlatısının etkisini yitireceği anlamına gelmeyebilir. IŞİD alan hakimiyetini kaybetse bile zihinler üstündeki hakimiyetini koruyabilir. Siyasi alanda siyasi mücadele verilmesi gerekebilir. Bunu en iyi yapabilecek olan ülke de Türkiye’dir. Türkiye ilahiyatçılarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’yla IŞİD’in cazibesini kıracak küresel projeler geliştirebilir.
Bir zamanlar İspanya ile birlikte yapılandırılan ve sonra sorumluluğu BM’ye bırakılıp ölüme terk edilen Medeniyetler İttifakı Projesi canlandırılabilir. Her iki taraftan kaynaklanan sorunların tartışılacağı böylesi bir yapı biraz kaynak ayrılarak Avrupa’daki ayrımcılığa, ayrımcılık kaynaklı yabancılaşmaya, yenilmişlik duygusunun yarattığı ve beslediği sorunlara hitap eder hale getirilebilir.